Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Osmanlı İmparatorluğu’nun “en uzun yüzyılı” olarak da anılan 19. yüzyılın son çeyreğinde dünyaya geldi. Bu dönemde, imparatorluğun her yönden parçalanmasını hedefleyen ve Türklerin Avrupa’dan hatta Anadolu’dan atılmasını amaçlayan “Şark Meselesi” de ivme kazanmıştır. (Balcıoğlu, 2003, pp.1) İmparatorluk, bir yandan Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarındaki egemenlik alanlarının güvenliğini sağlamak, siyasal sınırları korumak diğer yandan iç ayaklanmalarla başa çıkmak ve ülkenin dağılmasını önlemek gibi varlığını tehdit eden sorunlarla karşılaştı. Devlet karşılaştığı bu sorunların üstesinden gelebilmek için her alanda büyük çaplı ıslahat hareketlerine girişti.

Merkezî otorite güçlendirilmeye çalışıldı. İnsan hak ve özgürlüklerine, ırk, dil, din ve mezhep farkı gözetmeksizin vatandaşların kanun karşısında eşitliğini belgeleyen, Türk yenileşme hareketinin en önemli gelişmesi Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nun okunması da bu yüzyılın ilk yarısının sonlarına rastlamaktadır. Avrupa uygarlığının kimi değerlerinin açıkça veya zımnen kabul edildiği bu büyük dönüşümü, onu genişleten ve güçlendiren 1856 tarihli Islahat Fermanı izledi. 1815 tarihli Viyana Kongresi’nin sağladığı Avrupa dengesinin başka bir boyuta taşındığı, “Şark Meselesi” etrafındaki güç ve rekabet mücadelesinin patlama noktası olan Kırım Savaşı’nın (1853-1856) sonunda toplanan Paris Kongresi’nde de Osmanlı İmparatorluğu bir Avrupa devleti kabul edildi. Dış borçlanma devleti iflâsla karşı karşıya bırakmıştı. Mustafa Kemal Atatürk’ün doğduğu tarihte, 1881’de Osmanlı İmparatorluğu’nu iktisadî ve malî bakımdan bağımsızlıktan yoksun bırakan, bütün kaynaklarını denetleyen “Düyun-u Umumiye” adı altında bir sistem kurulmuştu. İmparatorluk, Avrupa’nın gelişmiş, endüstriye dayanan ekonomileri karşısında güçsüz kalmıştı. Ticaret sözleşmeleri, dış borçlar ve yabancı sermaye yatırımları ile güçlü devletler, imparatorluğu iktisadî ve malî denetimleri altına aldılar. Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa ekonomilerine ham madde ve yiyecek satan, mamul madde alan bir konuma girdi. Osmanlı ekonomisi, Avrupalı devletlerin ekonomilerine bağımlı hale gelmişti. (Balcıoglu, 2003, pp.1)

Coğrafî açıdan Balkanlar, kuzeyde Tuna’dan aşağı kesimleri ve Sava Irmağı, doğuda Karadeniz, güneydoğuda Ege Denizi, güneyde Akdeniz, güneybatıda İon Denizi ile sınırlı olan bölgedir.

Atatürk’ün hayatında ve yetişmesinde dört şehrin çok önemi vardır. İstanbul, Selanik, Sofya ve Manastır. (Koçak A., Ağacık M., 2017, pp.17)

Görsel 1: Kocacık’ta Atatürk’ün babasının doğduğu, dedesi Kızıl Hafız Amet Efendi’nin evi.

Atatürk’ün Balkan politikası incelenirken politik ve siyasî unsurlar dışında manevî bazı unsurlar da dikkate alınmalıdır. Atatürk Makedonya’da doğmuş, çocukluğunun, gençliğinin ve subaylığının altın yıllarını Makedonya’nın hareketli havasında yaşamış, ilk defa Balkanlarda, Manastırda âşık olmuştur. (Koçak, Ağacık, 2017, pp.48) Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Bulgaristan’da askerî ataşelik yapmış olan Mustafa Kemal Atatürk bu sebeple Balkanlar’a ayrı bir önem vermiştir.

Görsel 2: Atatürk’ün dede köyü Kocacık’ın bugünkü durumu ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından yapılan Alirıza Efendi anı evi.

Atatürk’ün doğduğu Selanik, 20. yüzyılın başında, yalnızca Balkanlar’ın değil tüm imparatorluğun en varlıklı, en gelişkin ve en eski kentlerinden biri, belki de birincisiydi. İstanbul’dan 79 yıl önce, 1374’te ele geçirilmiş, 500 yıllık bir Türk kentiydi. Ekonomik ve kültürel canlılığın yarattığı yüksek yaşam düzeyiyle, nitelikli bir siyasî hareketlilik içinde bulunan bir ordu merkezi, bir asker kentiydi. Siyasî ve kültürel örgütler, gazete ve dergileriyle aydınlar, askerler, subaylar, birlikler ve savaş araçları, kentin doğal dokusu gibiydi.

Devletin güçsüz düşmesini fırsat bilen ve batının desteğini arkalarına alan küçük Balkan devletleri, gözlerini Selanik’e dikmişler, onu ele geçirmek için her yolu denemektedirler. Yıldırmanın ya da terörün her türünü kullanan Bulgar ya da Yunan çetecilerin vahşeti, Müslüman Türk halkı üzerinde derin izler bırakmakta, Selanik’in ve imparatorluğun geleceğinden kaygı duyan aydınlar, bir araya gelerek tartışmakta ve örgütlenmektedirler. Kışlalar, okullar, aile ya da arkadaş toplantılarının değişmeyen konusu, ülkenin içinde bulunduğu kötü durum ve geleceğe yönelik yapılması gerekenlerdir. Türk halkının yaşadığı ve yaşayacağı olumsuzlukları herkes görmekte, ancak atılacak adım konusunda kimse çoğunluğun katılacağı, açık ve uygulanabilir bir öneri getirememektedir. İşte Mustafa Kemal’in doğup büyüdüğü Selanik’in genel durumu bu şekildedir. (Aydoğan, 2017, pp.30)

Atatürk Selanik’te doğmuştur. Selanik’te doğduğu ev konusunda zaman zaman tartışmalar yaşansa da uzun yıllar Yunan arşivlerinde çalışmış olan Profesör Vasilis Dimitriadis incelediği ve kitabında kullandığı, 80’i aşkın Osmanlıca ve 16 adet Yunanca arşiv belgeleriyle tartışmaları bitirmiştir. Daha sonra “Pembe Ev” olarak bilinecek olan Atatürk’ün doğduğu Selanik Ahmet Subaşı Mahallesi, Numan Paşa Sokak, 6 numaradaki evin kayıtlarına ilk defa 1875 yılında rastlanır. Ev, Atatürk’ün babası Alirıza Efendi ve annesi Zübeyde Hanım tarafından hisseli olarak satın alınmıştır. Böylece evin mülkiyeti keresteci Alirıza Efendi ve eşi Zübeyde Hanım’ın mülkiyetine geçmiştir. Yeni ismiyle Muhtar Sokak olan evin bulunduğu sokakta yeni numara da 38’dir.  Mustafa Kemal Atatürk bu evde dünyaya gelmiştir. (Dimitriadis, 2016, pp.XX)

13 Nisan 1887 tarihli sicil defterinde ise Alirıza Efendi ibn Ahmet’in vefat ettiği kayıtlıdır. Alirıza Efendi’den miras olarak bir 35.010 kuruş değerinde Koca Kasım Paşa Mahallesi’nde bir ev, kırk beş kuruş değerinde bir ceket, 1 yelek, yirmi kuruş değerinde bir pantolon, kırk kuruş değerinde bir palto, yirmi kuruş değerinde 1 sandık, beş kuruş değerinde muhtemelen “Lügat-i Osmanî” ile yine aynı değer biçilen Muhammed Nuri Nakşibendi’nin “Miftahü’l Kulub” adlı eseri kalmıştır. Zübeyde Hanım küçük evi satmış, büyük ev olarak geçen Pembe Ev’i de kiraya vererek Langaza bölgesinde bir köyde oturan ağabeyinin yanına gitmiştir. (Daha Sonra Zübeyde Hanım oğlu Mustafa’yı annesi Halil Ağa kızı Ayşe Hanım’ın yanına göndermiştir. Atatürk’ün anneannesi Ayşe Hanım’ın evi Pembe Ev’e yakındı ve Ahmet Subaşı Mahallesi, Papaz Ahmet Çeşmesi Sokağı’ndaydı. Zübeyde Hanım 1908 yılında tekrar Pembe Ev’e taşınmış ve 1912 yılına kadar bu evde yaşamıştır. (Dimitriadis, 2016, pp.XXI)

Eserde ayrıca Atatürk’ün ailesi hakkında Osmanlı arşiv belgelerine göre bilgi de verilmektedir. Osmanlı Şeriye sicillerine düşen kayıtlara göre, Mustafa’nın babasının ismi Ali Rızadır. Alı Rıza Efendi’nin babası ise Ahmet’tir. Ahmet’in babası ise Mustafa’dır. Başka bir ifadeyle Mustafa Kemal’in babası Ali Rıza, dedesi Ahmet, büyük dedesi Mustafa isimlerini taşımaktadırlar. Mustafa Kemal’e büyük dedesinin ismi verilmiştir. Annesi Zübeyde Hanım’ın babasının ismi Feyzullah, onun babası ise İbrahim’dir. Zübeyde Hanım’ın annesi ise Halil Ağa’nın kızı Ayşe Hanım’dır. Zübeyde Hanım’ın büyük annesi ise Ömer kızı Emine’dir. Ayrıca Zübeyde Hanım’ın babası Abdullah’ın eşi olan Halil kızı Fatma isminde bir de teyzesi vardı. Başka bir deyişle Mustafa Kemal’in annesi Zübeyde, büyük Annesi Ayşe ve büyük büyük annesi ise Emine isimlerini taşımaktadır. (Dimitriadis, 2016, pp.XXI)

Selanik şehrinde bazı Roma, Bizans ve Osmanlı eserleri bulunmaktadır. Bunların arasında 16. yüzyılın ilk yarısında Kanunî Sultan Süleyman tarafından yaptırılan ve şehrin sembolü haline gelen Beyaz Kule de bulunmaktadır. (Dimitriadis, 2016, pp.XXIII) Beyaz Kule etrafında bulunan lokanta ve pastahanelerde yapılan ateşli tartışmalardan dolayı Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı yer olarak kabul edildiğinden Türkler için de önemli temsilî bir yapıdır.

Tarihî bakımdan büyük önem taşıyan bu çarpıcı yapılara bir de mütevazı ve sade bir evi, Mustafa Kemal Atatürk’ün doğduğu evi ekleyebiliriz. Osmanlı rejiminin sonunu getiren ve Türkiye Cumhuriyeti’nin doğum yerini simgeleyen bir beşik olarak saygıyla anılan bu ev, rengi dolayısıyla “Pembe Ev” adıyla şehrin en ünlü anıtları arasında yerini almıştır.

Görsel 3: Selanik’te Atatürk’ün doğduğu ev.

Görsel 4: Atatürk’ün Selanik’te doğduğu evin bugünkü hali.

Görsel 5: Atatürk’ün Selanik’te doğduğu evin duvarına 1933 yılında asılan tabela.

1923 yılında Lozan Anlaşması’ndan sonra ev, Yunan devletine intikal etmiş ve 1937 yılına kadar bir Yunan ailesine verilmiş, daha sonra ise Selanik Belediyesi tarafından satın alınmış ve Mustafa Kemal Atatürk’e armağan edilmiştir. Bugün Ayiou Dimitriou Mahallesi’nde, Apostolou Pavlou Caddesi üzerinde 75 numarada bulunan ev 1951 yılında müzeye dönüştürülmüştür. Atatürk 1881 yılında Selanik’te doğmuştur. Onun, doğduğu, çocukluk ve gençlik günlerinin bir kısmını geçirdiği, memleketin hür bir idare rejimine kavuşması için arkadaşları ile birlikte karar verdiği tarihî ev bugün (Atatürk Evi) adıyla müze olarak tanzim edilmiş ve ziyarete açılmıştır. “Atatürk Evi” bugünkü Selanik’in Aya Dimitriya Mahallesi’nde ve Apostolou Pavlou Caddesi üzerinde 75 numaradadır. Bitişiğinde Türk Konsolosluğu vardır. (Dimitriadis, 2016, pp.XXIII)

Görsel 6: Selanik’teki evin bahçesinde Atatürk’ün babası Alirıza Efendi’nin diktiği ve küçük Mustafa’nın altında oynadığı nar ağacı.

Ataları Evlad-ı Fatihan’dır. Tespit edebildiğimiz ilk ceddi dedesi “Kırmızı Hafız” olarak da anılan Kızıl Hafız Ahmet Efendi ve eşi Ayşe Hanım’dır. Babası uzun süre Evkaf ve Gümrük memurluğu yapan, daha sonra memuriyeti bırakarak ticarete atılan Ali Rıza Efendi, annesi Anadolu’dan Rumeli’ye geçmiş yürüklerden Sofuzade Feyzullah Efendi’nin kızı Zübeyde Hanım’dır. Zübeyde Hanım, zeki, sağduyulu, dine ve geleneklere bağlı bir kadındı. Aile, Mustafa’nın doğumundan önce anne, baba üzerinde derin izler bırakan üç felaket yaşadı. Fatma, Ahmet ve Ömer adlı üç çocukları dünyaya gelmişse de Zübeyde ve Ali Rıza çifti küçük yaşlarda bu çocuklarını kaybetmişlerdi. (Balcıoğlu, 2003, pp.10)

Görsel 7: Atatürk’ün dedesi Kızıl Hafız Ahmet Efendi. (Kocacık Alirıza Efendi Anı Evi’nden, Makedonya. Bu heykel Yılmaz Büyükerşen tarafından yapılmış ve Avrupa’da ödül kazanmıştır.)

Görsel 8: Atatürk’ün babaannesi Ayşe Hanım. (Aynı anı evinden. Bu heykel de Yılmaz Büyükerşen tarafından yapılmıştır.)

“…Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım, Sarıgöllü Hacı Sofular ailesinden Varyemezoğlu İbrahim Feyzullah Efendi’nin kızıdır.” diyerek annesi hakkında ayrıntılı bilgi veren yazılı kaynaklar, babasının da “Kocacık Türklerinden” olduğunu belirtirler ve şu bilgileri verirler: “Atatürk’ün ataları Anadolu’dan gelerek Manastır vilayetinin Debre-i Bala sancağına bağlı Kocacık nahiyesine yerleşmişlerdir.” “Atatürk’ün büyük babası Ahmet Efendi adında bir askerdi. Ahmet Efendi’nin kardeşi kırmızı Hafız Mehmet Efendi idi.” Atatürk’ün dedesine Kırmızı Hafız derlerdi. Aslında onlar “Sarı Hafızlar” diye çağrılırdı. Asıl Hafız olan Ahmet Efendi’nin kardaşıdır, onun da adı Mehmet’tir. Babasının anası yani Atatürk’ün nenesi ise Ayşe’dir. Babası Ali Rıza Efendi idi. Atatürk’ün ataları Anadolu’dan Rumeli’nin Kocacık nahiyesine yerleştirilmiş Yörük Türkmenlerindendir.” Aile Selanik’e Manastır ilinin Debre-i Bala sancağına bağlı Kocacık bucağından gelmişti. Ali Rıza Efendi’nin doğum yeri olan Kocacık bucağı halkı da Anadolu’dan gitme ve tamamıyla Türk, Müslüman Oğuzların Türkmen boylarındandırlar. Atatürk’ün dedesi Ahmet Efendi ve oğlu Ali Rıza ile Selanik’e gelip yerleşmişlerdir. Atatürk Manastır’ın Debre-i Bala ilçesine bağlı Kocacık köyündendir. Kocacık, Rumeli’de şimdiki Makedonya’da bulunmaktadır. Ayrıca Numan Kartal, Şevket Süreyya Aydemir, Yrd. Doç. Dr. Ali Güler, Altan Deliorman, Fazıl Senai Erdemgil, Hüseyin Şekercioğlu, Kemal Vatan, Mehmet Özel, Prof. Dr. Muzaffer Tufan, Prof. Dr. Yusuf Hamza, İlhan Selçuk, Ali Öz-Sayra Öz, Altan Araslı, Burhan Göksel ve Ercüment İşleyen gibi birçok yazar ve araştırmacı yazdıkları yazı ve yapıtlarında Atatürk’ün baba yanını aydınlatan ve ailenin Kocacık kökenli olduğunu belirten geniş açıklamalar yapmışlardır. Ünlü yazar Falih Rıfkı Atay da “Çankaya” adlı eserinin ilk baskısında Atatürk’ün babasının Kocacık’lı olduğunu belirtmiştir. (Kartal, 2012, pp.44)

Görsel 9: Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım.

Görsel 10: Atatürk’ün babası Alirıza Efendi.

Kocacık yöresinde Türklerle İskender Bey arasında tam beş kez savaş yapılmıştır. Bu savaşlar 1443-1448 yılları arasında olmuştur. İskender Bey dört kez zafer kazanmış ve Avrupalıların gözünde devleşerek Avrupalıların koruyucusu durumuna gelmiştir. Onun hakkında yazılan sayısız eser, kendisini Hristiyanlığın ve Avrupa medeniyetinin kurtarıcısı olarak göstermiştir. Önceki akınların her defasında İskender Bey’in başarı kazanması Sultan II Murat’ı kızdırmış, onda yenilgilerin intikamını almak isteğini doğurmuştur. Osmanlı hükümdarı Sultan II. Murat Kocacık’a gelerek bizzat ordunun başına geçmiştir. İskender Bey’in bu yörede Türklerle yaptığı son büyük savaş, “Erenler” ya da “Büyük Şehitlik” denilen Kocacık Kale’si yanındaki büyük düzlükte Hicret’in 851’i, Miladî 19 Mart 1447 ile 6 Mart 1448 tarihleri arasında yapılmış ve savaş Türklerin kesin zaferi ile sonuçlanmıştır.

Bu fetih sırasında Kocacıklılar yaşlıların deyişine göre, Anadolu’nun Konya-Karaman bölgesi ile Aydın ve Söke yöresinden gelen atlılar olarak “Konyarlar” (Hudut Gazileri, Akıncılar) adıyla İsa Bey komutasında savaşlara katıldılar. Çok çetin geçen savaş sırasında üç binden fazlası şehadet şerbetini içti, bu nedenle bu savaşa “Koca Ceng” (Kocacık) denildi. Bugün bile ayakta duran ve üç binden fazla şehidin yattığı yer olan “Erenler” (Büyük Şehitlik), çetin geçen “Koca Ceng’in” (Büyük Savaş’ın) anısını yüzyılların ötesinden günümüze dek yaşatan ve Tanrı’ya ulaşanları ölmezleştiren canlı anıt olarak yaşamaktadır. Sultan II. Murat, savaş sonrası yiğitlik gösteren bu Akıncı Türklerinin sağ kalanlarına savaş yöresini tımar olarak vermiş, onlar da buraya yerleşerek Kocacık’ta Türk yerleşim bölgesini meydana getirmişlerdir. (Kartal, 2012, pp.33)

İlkokul

Mustafa Kemal Batı uygarlığının bütün görkemiyle dünyayı etkisi altına almaya başladığı, Batılı büyük devletlerin dünyanın büyük bir kısmını sömürgeleştirdikleri, içeride II. Abdülhamit’in insan özgürlüklerini kısıtladığı, bununla birlikte batılılaşmanın hızla sürdürüldüğü ve her ulusun kendi millî kimliğini bulmak için çabaladığı bir dönemde dünyaya gelmiştir. (Balcıoğlu, 2003, pp.5)

Görsel 11: Selanik’teki evde Atatürk’ün dünyaya geldiği oda.

Atatürk 1881 tarihinde Selânik’te Ahmet Subaşı Mahallesi’nde, Sanayi Okulu karşısında bir ahşap mahalle evinde doğmuştur. Babası Ali Rıza Bey gümrük memurlarındandı. Maaşı az olduğu için pek dar geçinen Ali Rıza Bey, emekliye ayrıldıktan sonra küçük bir sermaye ile kereste tüccarlığına girişti ise de ölümünde çoluk çocuğu geçim zorluğu çektiğine göre, ticaretten ancak ekmek parası çıkarabilmiştir. Atatürk’ün ilk adı Mustafa idi. Üç kardeş idiler: Biri genç yaşta ölen ve bir subay olan üvey kardeşi Süreyya Bey, küçük kardeşi de Makbule Hanım idi. Bu orta halli ailenin başlıca kaygısı çocuklarını okutup yetiştirmekti. Mustafa yedi yaşına basınca okul meselesinde ana-baba anlaşmazlığa düştüler. O tarihlerde ilkokullar iki türlü idi: Pek çoğu, hocalar elinde ve eğitim öğretim açısından geri olan mahalle mektepleri idiler, pek azı da ileri fikirli aydınların açtıkları özel mektepler.

Görsel 12: Balkanlarda “Âmin Alayı” ya da “Elifba Alayı” denilen çocukların okula başlama töreni.

Babası, oğlunu yeni açılan Şemsi Efendi Okulu’na, anası ise göreneğe bağlı olduğu için Mahalle Mektebi’ne vermek istiyordu. Atatürk der ki: “Nihayet babam bir kurnazlıkla bu işin içinden çıktı. Önce ilâhî ve alayla Mahalle Mektebi’ne başladım. Bir müddet sonra oradan çıkarak Şemsi Efendi Okulu’na yazıldım.” (Balcıoğlu, 2003, pp.11)

Şemsi Efendi, İstanbul dışında açılan ilk Türk özel okulunu Selanik’te açmıştı. Şemsi Efendi’nin eğitimci kişiliğinin en belirgin özelliği her yönüyle yenilikçi, girişimci, halkçı, cesur ve sabırlı olmasıydı. Ayrıca geleneksel okulların aksine ezbere değil, araştırma ve sorgulamaya dayanan bir eğitim sistemini benimsemişti. (Koçak, 2000, pp.69)

Görsel 13: Şemsi Efendi Mektebi (solda), Selanik Askerî Rüştiyesi (sağda).

Görsel 14: Atatürk’ün ilkokul öğretmeni Şemsi Efendi.

Şemsi Efendi yenileşme, hürriyet ve meşrutiyet fikirlerini aralarında Atatürk’ün de bulunduğu öğrencilerine aktarmaya çalıştı. Hürriyetçi bir öğretmen olarak Şemsi Efendi 23 Temmuz 1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilan edilmesi üzerine Selanik’te öğrencileriyle gösterilere katıldı. Okulunda ilk defa kız bölümünü de o açmıştır. Atatürk’ün fikrî yapısının oluşumunda en önemli etkiyi Şemsi Efendi’nin attığı değerlendirilmektedir. (Koçak, 2000, pp.87) Çünkü Atatürk’ün gittiği Selanik Askerî Rüştiyesi’nin dönemin okullarından bir farkı yoktu. Buradaki öğretmenler askerdi ve biçimsel disipline dayalı bir yönetim biçimini benimsemişlerdi. İlkokuldaki modern eğitim yoktu.

Mustafa ilkokulda iken, Osmanlı İmparatorluğu Adriyatik kıyılarından Basra Körfezi’ne, Sırbistan ve Bulgaristan sınırlarından Aden’e kadar uzayan büyük bir ülke idi. Selanik, Rumeli’de Makedonya’nın başlıca şehri idi. Küçük Mustafa, yurtlarından göçmüş olanların hikâyelerini dinleyerek büyümüştür.

Babası Ali Rıza Bey o henüz ilkokulda iken öldü, Mustafa çok küçük yaşta öksüz kaldı. Ailenin geliri olmadığı için anası oğlunu okuldan alarak Selanik Langaza taraflarında kardeşinin çiftliğine gittiler. Dayısı Mustafa’yı çiftlik işlerinde yetiştirmeye karar verdi. Bir süre çiftlik işlerine yardım etti. Bu konuyu devlet başkanlığı döneminde anlatınca dinleyenlerden birisi inanmadığını anlatan bir tepki gösterince, Atatürk:

-Evet, doğrudur. Ben de herkes gibi doğdum, büyüdüm. Doğuşumda bir ayrıcalık varsa o da Türk olarak doğmamdır, demişti. Bir halk çocuğu olmakla övünürdü.

Mustafa, çiftlik hayatına alışıyordu ama annesi Zübeyde çocuğunu okutamayacağı için üzülüyordu.  Bir aralık onu hiç olmazsa oyalansın diye, Çalıçiftliğin yakınındaki kilisede Hıristiyan mektebine gönderdiler. Bu öğrencilik uzun sürmedi. Sonra Rapla Çiftliği’nin kâtibi Arnavut Kâmil Efendi’den bir şeyler öğrenmesine karar verildi. Fakat Kâmil Efendi’nin de başkasına öğretebilecek bir şeyi yoktu. (Aydemir, 1999, pp.48)

Ortaokul ve Askerî Ortaokul

Bir sonbahar günü dayısı ile beraber çayırda dolaşırken Mustafa’yı eve çağırdılar. Selânik’te teyzesi yeniden okula yollamak için çocuğu yanına almaya karar vermişti. Oğlunun eğitiminden endişe duyan anne, Mustafa’yı Selanik’e teyzesinin yanına gönderdi. Mustafa burada Mülkiye Rüştiyesi’ne kaydoldu.

Görsel 15: Selanik Askerî Ortaokul öğrencisi Mustafa. (Kocacık Alirıza Efendi Anı Evi’nden)

Bir gün Kaymak Hafız adındaki Arapça hocası Mustafa’nın bir çocukla kavga ettiğini görerek, onu kanlar içinde bırakıncaya kadar dövdü. Mustafa eve geldi, hocanın haksızlığını ve dayağını bir türlü gururuna yediremediği için bir daha okula dönmemekte ısrar etti. (Balcıoğlu, 2003, pp.12)

Komşularından bir binbaşının oğlu askerî rüştiyeye gidiyordu. Bu okul öğrencilerinin parlak düğmeli üniformaları vardı. Mustafa sokakta bu kıyafetlere imrendiği için bütün dileği o mektebe yazılmaktı. Şimdi Atatürk’ü dinleyelim: “O sırada annem Selanik’e gelmişti. Askerî rüştiyeye girmek istediğimi kendisine söyledim. Anam askerlikten çekiniyordu. Ona hiç sezdirmeden giriş imtihanlarına hazırlandım ve kazandım. Bir olupbitti karşısında kaldı.” ( Aydemir, 1999, pp.52)

Mülkiye rüştiyesinde yaşadığı kötü hatıra üzerine Mustafa’nın bir daha dönmemek üzere okulu bırakması, onun hayatında bir dönüm noktası oldu. Bu defa, son rütbesine kadar erişeceği, niteliklerine uygun askerlik mesleğine intisap etti. Sınavla 1894’te Selanik Askerîye Rüştiyesi’ne kaydını yaptırdı. İmtihandaki başarısına bakarak onu o tarihlerde öğrenim süresi dört yıl olan bu okulun üst sınıflarından başlattılar. Osmanlı İmparatorluğu’nda askerî rüştiyeler, subay yetiştiren askerî okulların idadileri (liseleri) için öğrenci yetiştirirlerdi. 1876 yılından sonra sayıları artan askerî rüştiyeler başta İstanbul olmak üzere bütün memleket sathında açılmıştır. Taşrada açılan her rüştiye mektebi ‘Kolağası’ rütbesinde bir müdürün emir ve komutasına verilmişti. Okullarda askerî idare ve öğretim, subaylar tarafından yerine getirilirdi. Bununla birlikte öğretim kadrosunda sivil öğretmenler de bulunuyordu. (Balcıoğlu, 2003, pp.13)

Mustafa için bu olay, yani onun ne kadar alt kademede olursa olsun bir asker mektebine kendini atabilmiş olması, Mustafa’nın hayatında, hayatı boyunca kader tayin edici bir dönüm noktası olmuştur. Mustafa’nın hikâyesi, denebilir ki bu askerî rüştiyeden başlar. (Aydemir, 1999, pp.52)

Mustafa, severek girdiği bu okulda derslerine büyük bir hevesle çalıştı. Hele matematiğe çok meraklı idi. O kadar ki matematikteki üstünlüğünü gören öğretmenleri ona artık çocuk gözü ile değil, bir arkadaş gibi bakıyorlardı. Bir gün matematik hocası:

-Oğlum, senin de adın Mustafa, benim de. Bu böyle olmaz. Araya bir fark koymalı. Bundan sonra seni ‘Mustafa Kemal’ diye çağıralım, dedi.

Bütün mükemmel, güzel sıfatları üzerinde bulunduran anlamına gelen bu manidar yeni isim, onun hayata hazırlanmasında teşvik edici, destekleyici, çok önemli bir rol oynamıştır. Bu bağlamda, Mustafa Kemal’in kişiliğinin oluşmasında, sonraki yıllarda anlattığı hatıralarında ‘ciddi, sert adam’ diye hatırladığı matematik öğretmeni Yüzbaşı Mustafa’nın büyük rol oynadığı söylenebilir. Çünkü insan hayatında bu tür desteklerin önemi çok büyüktür.

Bunların dışında askerî rüştiye öğrenimi sırasında seçkin öğrencilere verilen sınıf çavuşluğu ve müzakerecilik gibi görevler de Mustafa Kemal’in özgüvenini artırmış olmalıdır. (Balcıoğlu, 2003, pp.14)

Atatürk biyografilerinde Mustafa Kemal’in askerî rüştiye öğrenimi sırasında yaşadığı duygusal bir olaydan da söz edilir. Bu sıralarda dul olan annesi Reji İdaresi’nde memur, yine kendisi gibi dul olan Ragıp Bey adında birisiyle evlendi. Bu evlilik Mustafa Kemal’i çok üzmüş, üvey babayı yadırgamış, yakınlarının yanına gitmişti. Epey zaman gönlü kırık kalacak ancak sonraları çok nazik olan üvey babası iyi ve sevimli davranışıyla onun gönlünü alacaktır. SS Aydemir ise bu konuyu farklı bir şekilde ele alarak annesi Zübeyde Hanım’ın kendisine haber vermeden evlenmesinin genç Mustafa Kemal’de derin bir travma oluşturduğunu, bu olayı öğrendikten sonra 18 ay eve uğramadığını belirtmiştir. Mustafa Kemal muhtemelen uzak akrabalarından birisi olan Rukiye Hanım’ın yanına sığınmıştır. Mustafa’nın yalnızlık, terk edilmişlik kompleksine kapıldığını belirtmiştir. Ayrıca bu olayın Mustafa Kemal’in kişiliğinin oluşmasında çok büyük etkisinin olduğunu içine kapanıp aşırı derecede ders çalışmasını “Büyük adamlar büyük komplekslerden doğar.” şeklinde vermiştir.

-Ben onlara gösteririm. Görsünler ben neler olacağım, dediğini ilave ederek, Mustafa Kemal’in fikrî yapısının oluşmasında bu dönemin çok büyük etkisinin olduğunu belirtmiştir. (Aydemir, 2011, pp.64)

Askerî Lise

Mustafa Kemal, rüştiyeden sonraki idadi öğrenimine İstanbul’da Kuleli Askerî Lisesi’nde devam etmek istiyordu. Fakat sınavlarında gözlemci olarak bulunan Hasan Bey adlı bir kurmay subay, İstanbul’daki liseye değil, Manastır’daki Askerî İdadîye gitmesini önerdi. Hasan Bey’in önerisine uyarak Manastır Askerî İdadîsi kabul sınavlarına girdi, kazandı.

Görsel 16: Manastır Askerî İdadîsi (üstte ve altta).

Asker ya da subay olmak, eski Osmanlı İmparatorluğu’nun son devrinde, hele Osmanlı Rumelisinin ordu ve asker merkezlerinde yaşayan Türk çocuklarının büyük aşkıydı. Subay olmak aşk ve ihtirasının onların hayallerinde uyandırdığı renkli gelecekleri, başka ülkelerdeki aynı yaşta çocukların askerlik bağlılıklarıyla kıyaslayarak değerlendirebilmek mümkün değildir. Rumeli’nin asker merkezlerinde, şehir ve kasabalarında çocuklar gözlerini sabahları dünyaya, talim boruları, askerî bandolar yahut da kapılarının önlerinden geçen süvarilerin nal sesleriyle açarlardı.

Görsel 17: Manastır Askerî İdadisi. Günümüzdeki hâli.

Görsel 18: Manastır Askerî İdadisi’nin kapısında asılı tabela.

Görsel 19: Manastır Askerî İdadisi’ndeki Atatürk Anı Odası.

Çocukların rüyalarını askerlik süslerdi. Oyunları askerlik oyunlarıydı. Evlerdeki gece toplantılarında kadınlar, çocuklar arasındaki başlıca konu askerlik hikâyeleriydi. Savaş anıları, sonu gelmeyen eşkıya takipleri, baskınlar, Osmanlı Rumelisinin ordu merkezlerinde hatta bütün şehir, kasaba ve köylerinde konuşmaların, tartışmaların başlıca sermayesiydi.

Sokakların ziyneti askerdi. Asker mekteplerinin çocukları yahut harp okulları gençleri, renkli üniformaları, süsleri ve yüksek sınıflarda kılıçlarıyla bütün diğer çocuklardan, gençlerden ayrılırlardı. Hele kılıçlar! Acaba ondan kutsal, ondan üstün, hayale ondan daha çok hitap eden bir şey düşünülebilir miydi? Kılıç yüce, paha biçilmez bir nesneydi.

Gururun, şerefin, tartışma kabul etmez belgesiydi. Kılıç dünyadan ağırdı ve kılıç hayattan üstündü. Osmanlı Rumelisinin, hele kılıç taşımaya hak kazanan gençleri için dünya kılıcın etrafında dönerdi.

Yahut da kılıç, dünyanın mihveriydi. Mustafa’nın babası Ali Rıza Efendi’nin de evine, oğluna bırakabildiği tek hatıra bir kılıçtı, Ali Rıza Efendi’nin 1877 Harbi’nde ve Mülkiye Gönüllü Taburu’ndaki geçici subaylığı sırasında kuşandığı kılıç bu evde daima saklanmıştır. Daha sonra ve kız kardeşinin anlattığına göre, Mustafa doğduğu zaman bu kılıcı babası onun beşiğinin başucuna asarak kılıca saygısını göstermişti. Mustafa da evde bu kılıçla daima oynamıştı.

Askerî Rüştiye Okulu’nun küçük çocuklarına gelince, onlar da kendilerini ordunun bir parçası sayarlardı. Onlar da askerdiler. Yarın askerî idadi (lise) mektebinde, ondan sonra Harbiye’de, hatta erkânıharp (kurmay) mektebinde kademe kademe yetiştirildikten ve nihayet askerlik hiyerarşisinde ilk rütbeyi kazandıktan sonra ordu saflarına katılacaklardı. Birer âmir, birer küçük kumandan olacaklardı. Emir vereceklerdi, emir alacaklardı. (Aydemir, 1999, pp.56)

Görsel 20: Manastır Askerî İdadisi öğrencisi Mustafa Kemal.

Mustafa Kemal, askerî rüştiyeyi çok iyi dereceyle bitirdikten sonra üç arkadaşı ile beraber Manastır İdadisi’ne gitti. Bu bir yatılı askerî lise idi. Kendisi lisedeki ilk zamanlarını şöyle anlatmaktadır: “Bana matematik pek kolay geldi. Kendimi bu derse verdim. Fakat Fransızca’da geri idim. İlk üç aylık tatili geçirmek için Selânik’e geldiğimde gizlice Fransız mektebinin özel sınıfına devam ettim. Fransızcamı ilerlettim. Edebiyatla hiç ilgilenmemiştim. Bursa İdadisi’nden kovularak bizim okula gelen şiir meraklısı bir genç, rahmetli Ömer Naci, benden okumak için kitap istedi. Verdiklerimin hiçbirini beğenmemesi gücüme gitti. Edebiyat diye bir şey olduğunu o zaman öğrendim. Şiire heves ettim. Fakat yeni gelen hitabet hocası, bana: “Böyle şeyler seni askerlikten uzaklaştırır.” dedi. Şiiri bıraktımsa da artık güzel yazmak hevesine kapılmıştım.”

Şimdi o bir delikanlıdır. Etrafını görecek ve bir şeyler sezecek yaştadır. Sırplar ve Bulgarlar bu toprakları bizden almak istedikleri için Manastır dağlarında ve köylerinde de çetecilik yapmakta, sık sık Türk köylerini basmakta idiler. Mustafa Kemal’in içine ilk defa Manastır’da vatan kaygısı çöktü. Milletin toprakları ve hürriyetleri üzerinde dolaşan tehlikeyi sezdi.

1897 Yunan Savaşı koptuğu zaman Mustafa Kemal, Manastır İdadisi’nde idi. Seferberlik olduğu için delikanlılar ellerinde Türk bayrakları ile davul zurna şenlikleri içinde cepheye gidiyorlardı. Askerliğe çağrılmayıp da gönüllü olarak gidenler de çoktu. Akın akın Manastır’dan geçen taburları gören idadi çocuklarının içleri içlerine sığmıyordu. Mustafa Kemal gönüllü olarak savaşa gitmek istiyordu. Hatta bu sırada Mustafa Kemal’in mektepten kaçıp orduya katılma şeklinde bir teşebbüsünden bahsedilir. Ama bu pek doğrulanmamıştır. (Aydemir, 1999, pp.67)

Mustafa Kemal, Manastır İdadisi’nde üç yıl kaldı. İmtihanlarından iyi sonuçlar aldı ve harp okuluna gitmek üzere İstanbul’a geldi. Ömer Naci Manastır İdadisi’nde Mustafa Kemal’in yakın arkadaşı oldu. Mustafa Kemal’e edebiyat ve hitabet aşkını onun aşılamış veya onda bu kabiliyetlerin gelişmesine yardım etmiş olduğu bir gerçektir. Ömer Naci Mustafa Kemal’in hepsi de yasak sayılan ve aslında vatanseverlik duygularını tatmasını, vatan ve hürriyet aşkını yaşamasını ve yetişmesini sağlayacak olan Namık Kemal’in eserleriyle tanışmasını sağladı. (Aydemir, 1999, pp.69) Harbiye onu hem bir subay olarak hazırlayacaktı hem de vatan ve hürriyet duygularını geliştirerek istibdat idaresine karşı bir âsi olarak yetiştirecektir.

Mustafa Kemal, 1904 Aralık ayında ‘kurmay yüzbaşı’ rütbesi ile Harp Akademisi’nden mezun oldu.

Görsel 21: Cumhuriyet tarihimizde önemli bir yeri olan, ülkemizin fikrî temellerinin olgunlaştığı Selanik’te bulunan Beyaz Kule.

Subay Olarak Balkanlardaki Faaliyetleri

Yaklaşık olarak üç yıl süren sürgün döneminden sonra 1907 yılında Şam’dan doğduğu yere tayin olması hem üstlerinde olumlu izlenimler bırakması hem de ‘dostlarının’ işe karışması ile mümkün oldu. Selanik gazinolarında arkadaşlarıyla Beyaz Kule civarındaki mekânlarda yaptığı sohbetlerde cumhuriyet kurulmasından, imparatorluktan bir Türk devleti çıkarmaktan söz eden, istikbalde kuracağı hükümette arkadaşlarına görevler dağıtan Mustafa Kemal, yeni dönemin önde gelenleriyle uyuşamadı. (Aydemir, 1999, pp.97; Balcıoğlu, 2003, pp.38)

29 Ekim 1907’de Mustafa Kemal de tavsiye edenleri vasıtasıyla ve usule uygun bir törenle yemin ettirilerek İttihat ve Terakkî Cemiyeti’ne girdi. (Aydemir, 1999, pp.100)

Mustafa Kemal II. Meşrutiyet’in ilânından bir süre sonra 1908 yılı eylül ayı sonlarında Trablusgarp’a gönderildi. (Balcıoğlu, 2003, pp.39) Mustafa Kemal 13 Ocak 1909’da 3. Ordu Redif 11. Selanik Fırkası (Tümeni) Kurmay Başkanlığı’na atandı. (Balcıoglu, 2003, pp.41)

1913 yılında da Mustafa Kemal Sofya’ya askerî ataşe olarak gönderildi. (Balcıoğlu, 2003, pp.67) Bu onun Balkanlara son gidişi oldu. Doğduğu, büyüdüğü, yetiştiği toprakları bir daha göremedi.

Görsel 22: Mustafa Kemal, Sofya’da Askerî Ataşe iken bir davette giydiği ‘Yeniçeri Ağası’ kostümüyle.

 

(Dr. Burhanettin Şenli)

Please follow and like us:

Categories:

No responses yet

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Kasım 2024
P S Ç P C C P
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930