Çanakkale Savaşı sonuçları itibarıyla, dünyanın en önemli savaşlarının başında gelir. Emperyalist İngiltere ve Fransa, dünyanın hakimi olarak geldikleri Çanakkale’den, 250 bin civarında insan kaybıyla kaçarak geri dönmüşlerdir. Üzerinde güneş batmayan İngiliz imparatorluğunun çöküş süreci Çanakkale’de başlamıştır. Tarihinde hiç yenilgi yüzü görmeyen İngiliz donanması Çanakkale Boğazında hezimete uğrayarak kaçmıştır. Çanakkale Savaşı’na İngiliz sömürgelerinden asker getirildiği gibi, 2 bin yıl sonra ilk Yahudi birliği de katılmış ve İsrail devletinin temeli burada atılmıştır. Bilinenin aksine Yunanlılar da gönüllü bir birlik ile katılmış, Ruslara ait bir savaş gemisi de müttefik donanması ile birlikte savaşmıştır.

Çalışmamızda, ilkokul öğrencilerinin şehit cenazesi gömmesi, kadın savaşçılarımız, Alman komutan Liman Von Sanders’in hedef teşkil ederek görünmesinler diye tüm beyaz atları siyaha boyatması gibi ilginç konular ele alınmıştır.

İngiliz ve Fransız birliklerinin, gaz kullanması, hastanelerimizin bombalanması ve esirlere kötü muamele gibi Savaş Hukuku ve İnsan Hakları İhlalleri anlatılmıştır.

Sonuç bölümünde ise, Çanakkale Savaşının tüm dünyayı etkileyen sonuçları açıklanmıştır.

 

çanakkale

atatürk

 

ABSTRACT

Çanakkale War is one of the most important wars in the world. Imperialist Britain and France fled from Canakkale, where they came as rulers of the world, and lost about 250,000 people. The collapse of the British Empire’s collapse began in Çanakkale. The British Navy, who never saw defeat in its history, was defeated in the Dardanelles and fled. As the soldiers from the British colonies were brought to the Battle of Gallipoli, the first Jewish unit took part two thousand years later and the foundation of the state of Israel was laid here. In contrast to the known Greeks also participated in the war with a voluntary unit. A Russian warship fought alongside the allied navy.

In our study, the burial of martyr funerals by primary school students, women warriors, German commander Liman Von Sanders ordered all the white horses to paint black, to prevent the enemy to see them. Interesting issues such as this have been discussed.

War Law and Human Rights Violations, such as the use of gas, the bombing of our hospitals and mistreatment of prisoners, have been described.

In the conclusion section, the impacts of the Dardanelles war on the whole world are explained.

 

1.Giriş:

Milli benliğimizin ve Kurtuluş Savaşımızın temellerinin atıldığı, ulu önder Atatürk’ ün bir yıldız olarak parladığı,  ulusumuzun onu ilk kez tanıdığı Çanakkale savaşını, aziz şehitlerimizle yiğit gazilerimizi saygı ve minnetle tekrar anıyoruz. Tabi ki burada sadece Mustafa Kemal Atatürk değil tüm komutanlar ve tarihe altın bir sayfa ekleyen Mehmetçiğin şanlı direnişi asıl etkili olan unsurdur. Yarbay Mustafa Kemal Çanakkale’de eşsiz öngörüsü ile rütbesinin çok üzerinde işler yapmış ve İstanbul hükümetinin tüm basın organlarına sansür koymasına ve M. Kemal hakkında tek haber çıkmamasına rağmen Türk halkı onu bu savaş ile tanımış ve Kurtuluş savaşında güvenerek arkasından gitmiştir. Turgut Özakman’ın belirttiği gibi Çanakkale Türk Kurtuluş savaşının önsözü olmuş ve millet olmamızı sağlamıştır. (Özakman, s. 494) 1915’te gerçekleşen Çanakkale savunması, özellikle Rusya gibi katılımcı olmayan ülkelerin bile kaderlerini etkileyerek evrensel tarihin günümüze kadar uzanan yazgısını değiştirmiştir. (Dur Yolcu, Çanakkale Süvarileri, s.1)

Sofya Askeri ataşesi olan Yarbay Mustafa Kemal, yeni kurulan ve yeri dahi bilinmeyen 19. Tümen komutanlığına atanmıştır. İnsanüstü bir gayret ile çalışarak birliğini savaşa hazır hale getirmiştir.( BOA, D. HB, 1333. Ra/3) 19. Tümen Çanakkale savaşında çok yararlı hizmetler görmüş, ast birliği 57. Alayın tamamı şehit düşmüştür.

Mustafa Kemal, Çanakkale savaşı başlamadan şu değerlendirmeyi yapmıştır:

“Uzun zamandır bizi ‘hasta adam’ diye niteliyorlar. Gerçekten hastaydık. Balkan Savaşı ağır hasta olduğumuzu kanıtlamıştır. Savaştan koma halinde çıktık. Denilebilir ki birçokları, yaşama kabiliyetimiz kalmadığını düşündü. Ama bakınız, kısa zamanda toparlandık, kendimize geldik. Yeni bir savaşa bile hazırız. Bunun anlamı ne? Milletimizin tarihine bakınca şunu görüyoruz: Birçok engele, soruna, felakete rağmen, hiç bitmeyen tükenmeyen, kendiliğinden çoğalan bir yaşama kabiliyetimiz var. Devlet yenilse bile millet yenilmiyor. Milletimizin yaşama kabiliyetine güvenin! Bu güven en ümitsiz anda bile size güç verecektir.” (Özakman, s. 112)

Ekim 1912’den Ağustos 1913’e kadar 10 ay süren Balkan Savaşı, sadece savaşan devletleri değil, bütün Avrupa büyük devletlerini de yakından ilgilendirmiş ve etkilemiştir. Bu durum bloklar arasındaki gerginliği çoğaltmış ve silahlanma yarışını hızlandırmıştır. Bundan dolayı da Balkan bunalımı, Birinci Dünya Savaşı’nın hazırlayıcı nedenlerinden birisi olmuştur. Aslında büyük ve güçlü devletlerin sömürge paylaşımı mücadelesinde geride kalan Almanya ve İtalya bu durumlarından şikayet etmeye başlamışlardır. Dünyanın büyük devletleri bu paylaşmada iki gruba ayrılmıştır. O süreçte bu gruplar arasında Osmanlının siyasi coğrafyası, jeopolitik açıdan önemini aktif olarak gündeme gelmiştir. Çanakkale Savaşı’nın ana çıkış nedeni bu noktaya dayanmıştır. (Mütercimler, s. 96) Bu arada İngiltere ve Fransa’nın, İtalya’yı Çanakkale Savaşı’na katılmaya ikna edemedikleri haberi Osmanlı Roma Sefiri Nabi Beyefendi’den 5 Mart 1915 tarihinde alınmıştır. (BOA, HR. SYS, 2322/49)

Birinci dünya savaşı başladığında Osmanlı devletinde tepkiler ve Çanakkale Harekatı ile ilgili olaylar dizisi, İngiltere’ye sipariş edilen iki Türk gemisine İngiliz Hükümeti’nin el koymasıyla başlamıştır. Haydutluk olarak kabul edilen bu hareket karşısında hükümetin ve özellikle Türk kamuoyunun tepkisi sert olmuştur. Çünkü Türk halkı bu gemiler için gereken paranın bir kısmını açılan kampanyalarla dişinden tırnağından arttırarak toplamıştı. Sultan Osman I ve Reşadiye adı verilen bu iki Türk gemisinin inşası 1914 Ağustos’unda tamamlanmıştır. İngiltere’nin el koyduğu bu gemilerden Sultan Osman I, Agincourt adıyla, Reşadiye ise Erin adıyla İngiliz donanmasına katılmıştır. (Sürmeli, 133) Bu gemileri düzgün inşa etmedikleri için İngilizler’de faydalı bir şekilde kullanamamıştır.

Almanya, savaş arifesinde İngiltere’ye karşı öfkeyle büyüyen bu tepkiyi, Türkiye’yi bir an önce savaşa dahil etme yolunda iyi kullanmış ve bu işte önemli rol oynayan Goeben ve Breslau adlı iki Alman gemisinin 10 Ağustos 1914’te Türk karasularına girmesini sağlamıştır. Bu konuda İngiltere’nin Osmanlı’nın savaşa girmesi için Alman zırhlılarının Marmara’ya kaçmasına bilerek göz yumduğu da öne sürülmüştür.  Yavuz ve Midilli adını alan ve içinde Alman mürettebat bulunan bu iki geminin durumu Türkiye ve İngiltere’yi ikinci kez karşı karşıya getirdi. Gemilerin Almanya’dan satın alındığına dair Türkiye’nin yaptığı açıklamayı, içinde Alman mürettebat bulunması nedeniyle, bu alışverişin meşruiyetini kabule yanaşmayan İngiltere, Alman mürettebatın ülkelerine gönderilmelerini Türkiye’den talep etti ve talebi üzerinde de ısrarla durdu. Ayrıca sorun ettiği meseleyi bir adım daha ileri götürerek, Alman mürettebat İstanbul’da kaldığı sürece, Türk savaş gemilerinin Çanakkale Boğazı’ndan çıkışlarına müsaade edilmeyeceği ve satın alındığı açıklanan gemilerin de, boğazdan çıkmaya teşebbüs etmeleri halinde Alman gemisi olarak muamele görecekleri beyanında bulundu. Bu beyanda ne kadar ciddi olduklarını göstermek için de bir İngiliz filosunu Çanakkale’ye göndererek boğazın girişini ablukaya aldırdılar.

İngiliz Sunday Times Gazetesi’nin çıkarmayı bizzat izleyen yayın müdürü E. Ashmead Bartlette idi. Gazetesinin satırlarında Çanakkale Harekatını anlatırken şunları yazmıştı:

“…İlk İngiliz Savaş gemisi boğazdan geçtiği anda Avrupa’da Türk Devleti’nden iz kalmayacaktır…” (Uğurluel s.11)

Yetkileri elinde bulunduran Enver Paşa, kimseye danışmadan Karadeniz’e açılan Osmanlı donanmasının komutanı olan Amiral Wilhelm Souchon’a şu emri vermiştir:

“Donanma-i Hümayun Hakimiyet-i bahriyeyi kazanacaktır. Bunun için Rus filosunu arayarak nerede bulursanız ilan-ı harp etmeden ona hücum ediniz.

Enver”

Bu emir üzerine Rus gemilerine ve limanlarına ateş edilmiş, Osmanlı devletini yıkıma götürecek I. Dünya Savaşına fiilen girilmiştir. (Bardakçı, s.78 )

“… Son Haçlı Seferlerinden beri ilk defadır ki Batı, Doğu’ya yönelmiş bulunuyor. Hıristiyanlık alemi, Fatih Sultan Mehmet’in 29 Mayıs 1453 tarihinde Bizans İmparatorluğu’na indirmiş olduğu şiddetli darbenin öcünü almak için toptan harekete geçmiş bulunuyor. Bir kaç hafta içinde kanlı savaşlarla karşılaşacağız. Bu öyle bir savaş olacaktır ki, neticesinde ya Ayasofya tapınağı Hıristiyanların eline geçecek ya da Hilal, üstleri başları kanlara boyanmış Yeniçeri Askerinin İstanbul’a muzaffer olarak girdiği günden daha çok şan ve şerefle yaşayacaktır.”

“… Diğer savaş meydanlarından alınıp buraya yığılan gemiler, sanki bir tek amaç için, belki de Hıristiyanlık dünyasının Türklere karşı yapabileceği son Haçlı Seferi içindir. Halbuki bu sonuncusu ve en büyüğü olan haçlılar, bir zamanlar Viyana kapılarından Kudüs’e kadar uzanmış olan eski Osmanlı İmparatorluğu’nun her bir köşesinde kemikleri dağılıp kalmış Orta çağ şövalyelerinin öcünü alacaktır.” (Uğurluel, s.11)

İstanbul’u ve Osmanlı’yı bitirme özlemlerini dile getiren sadece basın değildi. Avrupa’nın nice edebiyatçısı ve şairi de bu yeni Haçlı birliğine kalemleriyle methiyeler yazmayı ihmal etmiyorlardı. Bunlardan biri de İngiliz şair Robert Brock idi. Şöyle diyordu:

“Bu inanılmayacak kadar güzel bir şey. Talihimizin bize bu kadar yardım edeceğini hiç tahmin etmiyordum. Gidiyoruz. Galata Kulesi 15 inçlik toplarımızla yerle bir edilecek. Deniz kana boyanıp leş gibi olacak. Ayasofya’nın mozaiklerini halılarını yağma edeceğiz. İnanıyorum ki bir devrin kapanışına şahit olacağım. “

İngilizler çok kısa bir sürede Çanakkale Boğazı’nı geçip İstanbul’u alacaklarına o kadar inanmışlardı ki, İstanbul’a gidince iptal edecekleri Osmanlı ekonomik düzeninin yerine kuracakları İngiliz düzenine göre yürürlüğe girecek paralarını bile hazırlamışlardı. Paraların üzerlerinde 10 şilin, 60 gümüş kuruş yazılı idi.  (Uğurluel, s.12)

Osmanlı hükümetince, İngilizlerin İstanbul’a girdiklerinde kullanılmak üzere Rum gönüllülerine dağıttıkları banknotların herhangi bir hükmü olmadığından bunların resminin Tasvir-i Efkâr gazetesi ile yayınlanması istenmiştir. (BOA, HR. MA, 1140/88)

İngilizler, boğazları ele geçirmek için donanmanın yeterli olacağına inanmışlardır. Bahriye Nazırı Churchill, kısa bir süre içinde Çanakkale Boğazını geçerek İstanbul’a girilebileceğine inanmıştı. Hatta Churchill bu düşüncesini Dünya Savaşı’ndan birkaç yıl önce Londra’yı ziyaret etmiş ve onunla görüşmüş olan Enver Paşa’ya anlatmıştı. Enver Paşa olayı bize şu cümlelerle anlatıyor ; “Londra’da bulunduğum sırada Churchill ile bir dünya savaşı çıkması durumunu tartışmıştım. Böyle bir savaşta Türkiye’nin ne yapacağını bana sormuştu.” Arkasından da şunu dedi:

“Eğer Türkiye Almanya tarafını tutarsa İngiliz filosu Çanakkale Boğazı’nı zorlayıp geçecek ve İstanbul’u alacaktır.” (Uğurluel, s.13)

Bu arada Kraliyet Donanması’nın gemi teknolojisi, asker ve silah sayısı bakımından üstünlüğünün yanında yöneticilerin stratejik düşünce eksikliği göze çarpmıştır.

1. Dünya Savaşı boyunca o güne kadar görülmemiş bir güce sahip olan Kraliyet Donanması kahramanlık adına kutlayacak hiçbir zafer elde edememiştir. Bunda Osmanlı tarafından Çanakkale’de uğratıldıkları acı yenilgi etkili olmuştur. Çanakkale’de Osmanlı’ya karşı oluşturulan donanmanın birinci hattındaki devasa dört gemiden birisi Lord Nelson’ın, bir diğeri de Trafalgar’da savaşmış gemilerden olan Agamemnon’un ismini taşıyordu.( Çiçek, s. 10) Trafalgar deniz savaşı İngilizlerin kazandığı en büyük deniz zaferlerinden birisidir. (Soysal, TDV İA s.183) İngiliz Donanması Çanakkale Deniz savaşlarına kadar hiç yenilgi yüzü görmemiş ve yenilmez armada olarak tanımlanmıştır. Bu konu Çanakkale’nin önemini daha da arttırmaktadır. (Uğurluel, s.14)

Çanakkale Boğazını geçip İstanbul’a girmek için sabırsızlananlar, geldikleri gibi değil, çelik devleri ateş ve alev yığınları halinde tarihin gördüğü ender perişanlıkla zafer umutlarını ve gururlarını Çanakkale’nin sularına gömerek gitmişlerdir. İngiliz donanması Trafalgar deniz savaşından sonra ilk defa bu kadar çok kayıp vermişti. 18 Mart 1915 Perşembe günü yapılan taarruz, Türk ordusunun zaferiyle bitmiştir. İngiliz ve Fransız filosu için günün bilançosu ağır olmuştur. Müttefiklerin o güne kadar Ganbot diplomasisi yoluyla topraklar fethedip zaferler kazandıkları armadasındaki 3 çok değerli zırhlısı batırılmış, 4 zırhlısı ağır yara almış, beraberinde 666 denizci ölmüş ve 134 denizci yaralanmıştır. Ayrıca 7 adet düşman mayın tarama gemisi batırılmıştır. Türk tarafı ise 44 şehit vermiş, bu arada 74 Türk ve 19 Alman yaralanmıştır. Elden çıkan top sayısı 4 olmuştur. ( Hatip, s.173)

“Yenilmez Armada” hayatının en büyük yenilgisini yaşamıştır. İngiliz Ordusu da yenilebiliyormuş anlayışı bundan böyle tüm dünyaya yayılmış ve İngiliz imparatorluğunun çöküşü buradan başlmıştır. (Uğurluel, s.17)

2.Tespit Edilen İlginç Konular:

Çanakkale Savaşları’nın henüz araştırılmayı bekleyen birçok siyasal, sosyal ve askeri yönünün daha olduğu bir gerçektir. Örneğin; bu savaşlarda az bilinen bir konu da Çanakkale’de bazı Türk kadın savaşçılarının da Mehmetçik ile birlikte çarpışmış olmalarıdır.

.Çanakkale’de Şehitlerin bir kısmını İstanbul ve Marmara bölgesinden gelen ilkokul öğrencileri ile kadınlar defnetmiştir. Düşünebiliyor musunuz bu ne kadar büyük travmadır.

Konuyla ilgili ilk belgesel bilgilere Avustralya ve Yeni Zelanda arşivlerinde, Anzac askerlerinin Çanakkale’de siperlerde yazdıkları günlük ve mektuplarda rastlanmaktadır. Örneğin, The Age adlı Avusturalya gazetesinde, 8 Eylül 1915 tarihinde şu başlıkta bir haber yer almaktadır.

“Kadın bir keskin nişancı: ilk günkü çarpışmada vuruldu: J. C. Davies adlı bir asker annesine yazdığı mektupta şöyle demektedir: “… Vurulduğum 18 Mayıs günü, keskin nişancı bir Türk kızı vardı. Güzel, iri yapılı ve 19-21 yaşları arasında görünüyordu. Günün uzunca bir bölümünde sürekli olarak ateş etti. Gerçi bir çok adamımızı vurdu ama gün bitiminden önce Avusturalyalı bir asker tarafından vurulunca, gene de üzüldüm. Ölüsünü ele geçirdiğimizde yanında bir Türk erkeğinin cesedini de bulduk. Kadının vücudunda tam 52 kurşun vardı… Bu savaş korkunç”

Arşivlerde aynı konuyu dile getiren birkaç mektup ya da günlük daha bulunmaktadır. Gerçi bu tür haberlerin Anzak askerlerinin, zor siper koşullarında, aylarca süren çarpışmaların yıpratıcı etkisinde geliştirdikleri hayal ürünü şeyler olduğu da düşünülebilir. Ancak, “Keskin nişancı Türk kadınları” ve “Türk kadın savaşçılarını” anlatan diğer asker mektupları da incelenip, birbirleriyle karşılaştırıldığında, anlatılanların doğru olma olasılığının çok yüksek olduğu söylenebilir. Kısacası, Çanakkale Savaşları’nın daha birçok yönü genç araştırmacılarımızın çalışmalarını ve aydınlatılmayı beklemektedir. (Çanakkale Bilinmeyenler, s.1)

Yaygın kanaat olarak, Türklerin Çanakkale Cephesi’nde Yunanlılarla savaşmadığı sanılmaktadır. Ancak gerçekler hiç de sanıldığı gibi değildir. Türk’e düşmanlık yapılacak her yerde kendine mutlaka bir rol bulan Yunanistan maalesef Çanakkale Cephesi’nde de vardı ve karşımızdaydı. İngilizlerin planına göre, “6 Ağustos 1915 günü saldırı zincirleme darbeler halinde başlayacaktı. İlk taarruz Seddülbahir’e saat 14.30da başlayacaktı. Bundan birkaç saat sonra Arıburnu’nda taarruza geçilecekti. Bunu gece Sazlıdere-Ağıldere arazi şeridinden Conkbayırı-Kocaçimen Tepesine yapılacak yürüyüş ve taarruz izleyecekti. Az sonra iki tümen Suvla’ya, gece yarısı da bir küçük bir Yunan gönüllü birliği Saros kıyısına çıkacaktı. Olaylar güneyden kuzeye doğru zincirleme patlak verecekti. General Hamilton ve kurmayları, bu düzenle Türk ordusunu şaşırtmayı, kararsız bırakarak bir hamlede hedefe ulaşmayı ümit ediyorlardı.” “Bunun için Yunan Teğmen Griparis komutasındaki 3000 Rum ve Yunandan oluşan bir müfreze hazırlanmış, güzel giydirilmiş, iyi silahlandırılmıştı. Müfrezeyi iki savaş gemisi koruyacaktı. Savaş gemileri müfrezeyi ay doğmadan çıkılacak yere getirdi. Karaçalı denilen yerdi burası. Müfrezenin görevi Saros körfezinin güneyinde bulunan tümenlerin dikkatini çekmek, oyalamak, uğraştırmaktı. Bunu sağlamak için çıktığı yerde hiç olmazsa bir gün direnmesi, gürültü çıkarması gerekiyordu.” Yunan birliği o gece karaya çıktı, ama harekât istedikleri gibi başarıya ulaşamadı. Yunanlıları karşılayan Türk süvari birlikleri Yunan birliğini Türk topraklarına çıktığına pişman ettiler. Çok zor durumda kalan Yunanlılar kaçabilmek için yanlarında getirdikleri gazla bölgedeki ormanı tutuşturdular. “Yaz sıcağında ağaçlar çıra gibiydi. Yangın çabuk yayıldı. Müfreze araya giren yangından yararlanıp kıyıya çekilmeye başladı. Bir yandan da gemilerden yardım istiyorlardı. Süvariler gözlerini korkutmuştu. Durumu izleyen İngiliz gemileri topları ateşleyerek, motorlar makineli tüfekleri çalıştırarak müfrezeyi kurtarıp kaçırdılar. Kundakçı müfreze, 28 ölü vermiş, geride 3 esir bırakmıştı.” “Ayrıca 1915 yılı Ağustos başında İngiliz birlikleri tarafından Gelibolu Yarımadası’nda yeni ve büyük bir saldırı başlatılırken 3000 Yunanlı da gönüllü olarak savaşa katılmıştır. Yunan gönüllüler Türkleri şaşırtmak amacıyla savaş bölgeleri dışında kalan Saroz Körfezi’nde Enez kıyılarına çıkarılmıştır. Selanik’te yayınlanan Ellas Gazetesi’nin 7 Ağustos 2015 tarihindeki nüshasında şu haber yer almıştır. ‘Ağustos 1915’te Gelibolu Cehenneminde ateşe sürülen 3000 gönüllü Yunanlı savaşçıdan yalnız 90 tanesi ağır yaralı olarak hayatta kalabilmiştir. Bu Yunan trajedisi, Yunanistan’da İngiltere ve Fransa karşıtı büyük gösterilere sebep olmuştur.” (Tabi bu 3000 rakamına ihtiyatla yaklaşılmalıdır.) Yunanlıların yaptığı düşmanlık bununla da sınırlı değildi. “Yunan Taburundan ayrı olarak Ege adalarında çeteler de oluşturmuşlardı. Fransız taarruzunun başladığı gün 300 kişiden oluşan bir çete de ilk deneme olarak, karışıklık yaratması, zarar vermesi için Güllük yakınında kıyıya çıkarılmıştı. Çete çevre hakkında çok şey biliyordu. Bilmediği, kıyıların sıkı gözlendiği ve jandarmanın böyle bir baskın olasılığına hazır olduğuydu. Durumu gözcüden öğrenen Milas jandarması gerekli düzeni aldı. İki gün sonra sonuç İstanbul’a bildirildi: ‘Milas tarafına düşman 300 Rum şakisi çıkarmış ise de tepelenmişlerdir.’ Bu ilk çetenin sonunu öğrenen çeteler, savaş bitene kadar bir daha Ege kıyılarına çıkmayı göze alamadılar. Yağma ve kıyım için Türkün zayıf gününü bekleyeceklerdi.(Sarıgöz, s. 18)

Çanakkale Deniz savaşlarına bir Rus kruvazörü de katılmıştır. İngiliz, Fransız zırhlıları arasında Rusların beyaz renkli Askolt kruvazörü de bulunuyordu. (Niyazi, s. 4) Ayrıca Çanakkale Boğazı ile ilgili olarak bilgisinden yararlanılmak istenilen Rus yüzbaşılarından Smirnof  İngiliz-Fransız filosuna katılmıştır. (BOA, HR. SYS, 2322/43)

Yahudi tarihi incelendiğinde, İsa’dan sonra 70 yılında İmparator Titus komutasındaki Roma ordusu Kudüs’e girmiş ve Yahudi ordusunu yok ederek Yahudileri de şehirden çıkarmıştır. O tarihten, 23 Mart 1915 tarihine kadar geçen tam 1845 yıl boyunca, bir daha Yahudi ordusundan ve Yahudi askerinden söz edilmedi. 23 Mart 1915’te faaliyete geçen birliğin adı “Asuri Yahudi Mülteci Katır Birliği” idi. 737 er, 5 İngiliz ve 8 Yahudi subay ile 20 at ve 750 yük katırından oluşturulan bu birlik; 1915’te Süveyş Kanalı’ndaki savaşta Türkler’den ele geçirilen tüfeklerle silahlandırılmıştı. 17 Nisan 1915 günü, iki İngiliz gemisiyle Mısır’dan Çanakkale Cephesi’ne sevk edilen Yahudi Katır Bölüğü, Türklerle savaşmak üzere 25 Nisan 1915 günü Gelibolu’ya çıkmıştır. Bu birlik, Gelibolu’ya ayak basan ilk Yahudi askeri birliğidir. Hepsinin yakasında sarı renkli Davut Yıldızı motifli birlik arması vardı. Seddülbahir ve Arıburnu bölgelerinde görev alan birlik; savaşta 15 üyesini kaybetmiş, 25 üyesi de yaralanmıştır. Katır kaybı ise 47’dir. Daha sonra İngiltere, Yahudilere yaptıkları hizmetin karşılığı olarak, 2 Kasım 1917 tarihli ünlü Balfour Deklarasyonu’yla Filistin topraklarında ilk yerleşim hakkını tanıdı. Bu olay, kutsal topraklarda yüzlerce yıl sürecek olan kan ve gözyaşı dolu sorunlar yumağının başlangıcını oluşturdu. İşte bu birlik, bugünkü İsrail ordusunun kurulmasının ilk adımını oluşturmuştur. Bu askeri birlik; yaklaşık 2000 yıldan bu yana Yahudi tarihinin “bir savaşa katılan ilk askeri birliği” olmuştur. Ayrıca Hıristiyanlık çağında Hıristiyanlarla birlikte aynı cephede müttefik olarak savaşan ilk birliktir. (Sarıgöz s.3)

İngiliz askeri elbisesi giydirilerek Çanakkale’ye gönderilmek istenen Mısırlı askerlerin bunu reddettikleri, Piramitlerin etrafında olup hastane haline getirilen Manohoza Oteli ile Kahire’deki Heliopolis Palace, Büyük Lunapark Heliopolis Otellerine ve diğer bazı binalara çok sayıda yaralı Müttefik askeri getirildiği ve bunlardan birçoğunun bakımsızlıktan öldüğü haberi alınmıştır.

Yarım adayı savunmakla görevli 5. Ordu komutanlığına atanan Mareşal Liman Von Sanders’in Çanakkale’ ye gelmesinden sonra süvari birlikleri, topçu ve piyade kıtalarında taşıma ve binek hayvanı olarak kullanılan beyaz atlar, kılık değiştirmek zorunda kaldılar. Mareşal, kıtalar arasında tek bir beyaz at kalmamasını emretmiş, verdiği emrin takipçisi olmuş ve dürbünle yaptığı gözetlemelerde, saflarında beyaz at gördüğü birlik komutanlarını derhal yanına çağırarak sert biçimde uyarmaya başlamıştı. Alman komutanın bu önlemi, çok uzaklardan görülebilecek olan beyaz renkli atların, üstün gözetleme yetenekli düşman donanmasının kıyı bombardımanlarından birliklerini koruma amacı taşımıştır. Kısa süre sonra yarımadadaki tüm beyaz atlar koyu renklere boyanmıştır. (Atları boyalı olan birlik komutanları, yağmur yağmaması için dua etmişlerdir.) (Dur Yolcu, s.1)

Mısırda toplanan askerlerin kayıtlarını tutan bir katibin sürekli  “Australia and New Zealand Army Company/ Avustralya ve Yeni Zelanda Ordu Birliği” yazmaktan sıkılmış, pratik bir çözüm olarak bu kelimelerin baş harflerini alarak ANZAC kısaltmasını bulmuş, bu kısaltma dünya tarihine geçmiştir.

Çıkarma beklenmediği için küçük bir takımdan başka hiçbir askeri birliğin bulunmadığı Ertuğrul koyuna çıkan 4000 İngiliz askerine Yahya Çavuş ve 67 arkadaşı eski tip piyade tüfekleriyle 18 saat boyunca karşı koymuş, mermi israfı yapmamak için asla tek dolaşan hedeflere ateş edilmemiş ve düşman orada çakılı kalmış, bir santimetre ilerleyememiştir. Düşman takım komutanları üstlerine telsizlerinden verdikleri raporlarda karşılarında kalabalık bir makineli tüfek birliğinin bulunduğunu bildirmişler, dışarıdaki kıyımı gören İngiliz askerleri karaya çıkmak istememişler,  bunun üzerine komutanları onlara arkalarından ateş ederek zorla savaşmaya göndermişlerdir. Havadan savaşın seyrini takip etmekle görevli bir İngiliz pırpır uçağının pilotu kıyıdan 50 m açığa kadar denizin kıpkırmızı kan ile dolduğunu görmüş, bunun hayatında gördüğü en korkunç şey olduğunu söylemiş ve muhtemelen daha sonra aklını oynatmıştır. Ezineli Yahya Çavuş ve arkadaşlarının hepsi orada şehit olmuştur. Bu çarpışma ve şehadet belki de savaşı kurtarmış, bu bölgeye çıkarma yapıldığını haber alan diğer birliklerin bölgeye yetişmesi için gereken zaman kanla kazanılmıştır.

Bir bölgeye çıkarma yapan 2000 kişilik İngiliz ve Fransız bölüğü o bölgede bulunan Selvi ağaçlarını Türk birliği sanmış, hepsi kaçarak bölgeyi terk etmiştir.  Bu olay yıllar sonra kendi raporlarından ve yazılı kaynaklarından öğrenilmiştir. Tüm çıkarma harekatı boyunca İngilizler yılan gibi sinsice davranmaya çalışmıştır. Başta Anzak birlikleri olmak üzere diğer tüm sömürge askerlerini hep kendilerine kalkan olarak kullanmışlardır. Ölümün kesin olduğu taarruzlarda öncü siper birlikleri olarak hep bu askerleri kullanmışlardır. Mel Gibson’un gençlik yıllarında başrol oynadığı “Gallipoli” adlı sinema filminde bu konuya inceden göndermeler yapılmıştır.

İngilizler tüm savaş boyunca hata üstüne hata yapmış, isabetsiz kararlar almış, emir-komuta zincirlerinde sürekli kopukluklar olmuş,  verilen önemli emirler asla yerine ulaşmamış, kimden geldiği belli olmayan emirlerle önemli stratejik hatalar yapılmış,  mevzi ve can kaybı bu nedenle çok artmıştır. İngiliz savaş kaynaklarında, askerlerin anılarında ve araştırma eserlerinde bunun gibi yüzlerce olay anlatılmıştır.

Gelibolu siper savaşları tarihin gördüğü en acıklı savaştır.  On binlerce asker savaştığı düşman askerini bir kere bile göremeden can vermiş, İngilizler tokat üstüne tokat yedikçe Türk siperlerine kurşun yağdırır gibi bombalar yağdırmışlar, kollar bacaklar havalarda uçmuş, yerin altı ve üstü sürekli yer değiştirmiş,  her defasında  “Tamam bu sefer canlı Türk bırakmadık” diyerek saldırıya geçmişler, her defasında Allah’tan başka sığınacak hiçbir şeyleri kalmamış Mehmetler kabus gibi tekrar tekrar karşılarına çıkmıştır.

Savaş istatistiklerine göre bir m² ‘ye 6000 mermi düşmüş, bu oran dünya savaş tarihinin en yüksek oranı olmuştur. Havada iki merminin çarpışma ihtimali 600 milyonda bir olmasına rağmen, bu çarpışan mermilerden Çanakkale’de onlarca bulunmuştur. Savaş Gazileri “Cehennem diye bir yer vardır.  Biz orayı gördük Çanakkale” demişlerdir. Galatasaray Sultanisi (Lisesi) öğrencileri okul sıralarını bırakarak cepheye koşmuşlar, 15-16 yaşlarındaki bu fidanların hepsi bir saldırıda İngiliz makinelisi ile biçilmiş, olayı gören bir Türk askerinin yıllarca konuşmadığı ve ne zaman Çanakkale’den bahsedilse hüngür hüngür ağladığı öğrenilmiştir. Dar-ül Fünun’un tüm son sınıf öğrencileri şehit olduğu için o sene hiç mezun vermemiştir.

Gömülemeyen ölüler on binleri bulmuş, ortalık kokudan ve sineklerden geçilmeyecek hale gelmiş, domuzun bile yaşamayacağı şartlarda askerler savaşmış,  ilk ateşkes dostluk gösterisi için değil, şartlar her iki taraf için de artık kaldırılamayacak kadar ağırlaştığı için zorunlu olarak alınmıştır. İki tarafın askerleri o gün arkadaşlık yapmışlar, birbirlerine sigara, yiyecek ve tespih, yüzük, rütbe gibi ufak tefek hediyeler vermişler, bu manzarayı gören bir Türk Subayı “bunu gören insanın alimleşeceğini, bir zalimin de insanlaşacağını” ifade etmiştir.

Ortalığı basan sinekler yüzünden hiçbir yiyecek maddesi birkaç tane sinek yutmadan yenilememiştir. Salgın hastalıklar da savaş kadar can almıştır. Bir İngiliz askeri hasta arkadaşını büyük abdestini yapmak için tuvalet çukuruna girerken görmüş, oradan çıkmayınca çukura koşmuş, hasta askerin bayılarak pisliklere batmış olduğunu görmüş,  yardım istemiş, arkadaşları ise onu yukarı çekemeyecek kadar güçsüz kaldıkları için, bu hasta asker kendi pisliğinde boğularak can vermiştir.

Toprağın altında bile savaş olmuş, her iki taraf tüneller açarak düşman siperlerinin altına kadar gelip patlayıcı yerleştirmiş, bu şekilde iki taraf da çok kayıp vermiştir. (BOA, HR. MA, 1137/29)

15 Ocak 1915 saat 06.00’da Çanakkale Boğazı’ndan içeri giren Saphir adlı Fransız denizaltısının amacı, İstanbul’a giderek orada demirli bulunan Yavuz ve Midilli adındaki gemilerimizi batırmaktı.  Saphir 15 Ocak 1915’te Boğaz’a girmiş. Bir süre sonra pusulası bozulmuş ve Köse Burnu Kalesi’nin 200 metre kadar açığında su yüzüne çıkmıştır.

Bölgede gözetleme yapan İsa Reis gambotu ve Nusret mayın gemisi hemen yanlarında gördükleri bu denizaltıyı ateş altına almıştır. Personelin teslim olmasından sonra denizaltı sulara gömülmüştür. Gösterilen tüm çabalara rağmen ancak 13 denizci kurtarılabilmiştir.

Bugün 55 metre derinde, Nara Burnu yakınlarında yatmakta olan  denizaltının komutanı Henry Bournier ölmüş ve Çanakkale’de bulunan bir rahip tarafından cenaze töreni yapılarak gömülmüştür. 29 Ekim 1915’te Osmanlı esiri olan, Saphir denizaltısından sanat sahibi olan 12 asker, 8 koloni askeri ve 20 Rus askeri, üçüncü sınıf bir vagonla İstanbul’dan hareket etmişlerdir. Trenle, sabah saat 04.00’te Konya’ya varmışlardır. Bir süre sonra, Konya’da bir otel işletmekte olan Madam Soulie adlı bir Fransız kadını onları ziyarete gelmiştir. Saat 17.00’de tren Konya’dan ayrılmıştır. Esaret hayatları Sivas’ta geçmiştir. İçlerinden birisi daha sonra hatıralarını yazmış ve hatıralarında Ermenilerin tehcire sebep olan vahşetlerini anlatmıştır. (İsveçli Binbaşı Hjalmar Pravitz’in anıları) (BOA, HR. MA, 1118/4)

Batırılan Saphir denizaltı personelinin yazdığı mektuplar yayınlanmak üzere gazetelere gönderilmiştir:

. Saphir Elektrik Çavuşu Logal tarafından ailesine yazılan mektuptan:

“…Tahlîsiye sandalı gelinceye kadar yarım saat suda kaldık. Kurumuş

yapraklar gibi tir tir titriyorduk. Lâkin bereket versin, Türk zâbitleri bizi pek

mültefitâne kabul ettiler. Sandal içinde zabitlerden birisi bana ceketini bile

verdi. Türk mülâzımı kıyafetine girdim. Bizi hemen ısıttılar. Bir şişe rom

getirdiler. Bir nefesçik rom çekmek, bilsen ne kadar büyük bir iyilik icra etti.

Bizi bir kışlaya götürdüler. Orada bize elbise verdiler. Zira denize düşerken

çırılçıplak olmuş idik. Bizi İstanbul’a getirdiler. Bulunduğumuz mahale

arada sırada Türk zabitleri gelirler. Bize sigara paketleri ikram ediyorlar.

Hemen ekserisi Fransızca biliyor. Halbuki biz başka türlü muamele göreceğimizi

zannediyorduk…”

Beneve Raji tarafından ailesine yazılan mektuptan:

“…27 arkadaştan on üç kişi yüzerek sahile gelmeye çalıştık. Türkler

bizi adeta yeniden dünyaya gelir gibi bulup kurtardılar. Onlar bizi tasavvurumuzun

fevkinde kabul ettiler. Düşün ki artık kendimizi yorgunluktan gaip

etmiş gibi idik. Suyun soğukluğuna rüzgârın tesiri hepimizi titretiyordu. Bizi

derhal bir sıcak odaya getirdiler. Azar azar konyak verdiler, ısıttılar ve bize

sıcak tutucu elbiseler verdiler, sigara içirdiler. Bizi kurtaranların içinde pek

çok zabitan vardı. Bizi İstanbul’a getirdiler. Hepimiz bir koğuşta yatıyoruz.

Vaktimizi pek güzel geçiriyoruz…”

Matt[‘ın] ailesine yazdığı mektuptan:

“…Saphir batarken hep denize düştük ve soyunarak yüzmeye başladık.

Bir büyük sandal bizi topladı. Bu sandalda Türk zabitanı da var idi. Zabitler

kendi vazifelerinin fevkinde bir hareket-i insaniyede bulunuyorlardı. Bize

çay ve sıcak elbise vererek hemen ısıtmaya başladılar. Biz denizden Hazret-i

Âdem’in meydan-ı vücuda gelmesi gibi çırılçıplak çıktık. Şimdi İstanbul’dayız.

Bize her şey verdiler. Rahatımız gayet iyidir. Şimdi Türk yemekleri yiyoruz.

Her ne kadar alıştığımız yemeklere benzemiyor ise de gayet temiz,

lezzetli ve kuvvetli yemeklerdir”. (BOA, HR. MA, 1118/11)

Çanakkale’de doktorlar askerlerden daha çok yorulmuş, binlerce yaralıyla ilgilenmek zorunda kalmış, ümitsiz vakalarla hiç ilgilenilmemiş ve kurtulma şansı olanlara öncelik verilmiştir. Bir Türk doktorun önüne kendi oğlu getirilmiş, “Kurtulma şansı yok” diye oğlunu tedavi etmemiş, hemen bir sonraki yaralıyı istemiş, yaralılardan ancak ertesi gün başını alabilmiş ve o zaman oğlunun mezarına gidebilmiştir.

Gelibolu topraklarına çıkıp, Marmara denizini görebilen sadece bir İngiliz askeridir. Bu asker aslen İrlandalı olup, Türk askerini şaşırtmak için gece kumsala tek başına çıkıp bir sürü meşale yakarak çıkarma sanki oraya yapılıyormuş izlenimi vermeye çalışmıştır. Bu asker daha sonra yolunu kaybederek yarımadanın çok içerisine kadar girmiş, daha sonra bir şekilde dönerek kurtulmuş, bu olay yıllar sonra askeri günlükler okununca öğrenilmiştir.

Türk askerî makamları Çanakkale Savaşı’nda giriştikleri silahlı mücadelenin sekteye uğramaması, olumsuz bir durumun doğmaması için İtilâf devletleri güçlerinin bilgi edinme yollarını da kesmeye çalışmıştı. Bu nedenle savaş boyunca casusluk olaylarını önlemeye özel bir önem vermiş ve bu konuda ciddi tedbirler almıştı. Bu tedbirler artırılarak savaş sonuna kadar devam etmişti. Bu tedbirler kimi zaman başarısız olmuşsa da genel anlamda amacın gerçekleştirilmesinde etkili olmuştur. (Sayılır, s. 10)

Yine bilindiği üzere Çanakkale Savaşı’nın kara muharebeleri bölümüne damgasını vuran ve Mustafa Kemal’in yıldızını parlatan olayların en önemlisi, yarbay rütbesindeki Mustafa Kemal’in kendi inisiyatifini kullanarak, ihtiyatta bulunduğu halde, kendi birliklerini düşmanın çıkarma yaptığı Conkbayırı/Kocaçimentepe bölgesine sevk etmesi ve düşmanı karşılaması olayıdır ki, Mustafa Kemal bu emrini verdiğinde asıl çıkarma bölgesinin neresi olduğu henüz bilinmiyordu. Eğer Mustafa Kemal bu kararında yanılsaydı veya başarısız olsaydı, muhtemelen idam edilecekti ve bugün bir Atatürk’ten değil, belki de hain bir Osmanlı subayından bahsediyor olacaktık. Oysa Mustafa Kemal bu inisiyatifi üzerine alırken; engin askeri bilgisi, üstün bir muhakeme yeteneği ve isabetli sezgilerinin yanı sıra, muhtemelen kendisine ulaştırılan önemli bir bilgiye de güveniyordu. Sebebini kesin bilmiyoruz, ama Mustafa Kemal aslında tam olarak ne yaptığını biliyordu. Çünkü “Selanik bölgesinden gelen bir Teşkilat-ı Mahsusa elemanı İngiliz ve Fransızların Kumkale ve Seddülbahir’e yapacakları çıkarma hareketlerini teferruatına kadar öğrenmiş, karargâh merkezine bildirmişti.” Belki de onun için Mustafa Kemal; 57. Alayın Subaylarına hitaben rahatlıkla “Düşman karaya çıkmıştır. 9. Tümen Seddülbahir ve civarında çarpışmaktadır. Gecikmek, büyük bir felaketle sonuçlanabilir. Her türlü sorumluluğu üzerime alıyorum. Ağır batarya ve süvari bölüğüyle birlikte hemen Kocaçimen Tepesi’ne doğru harekete geçmenizi emrediyorum”  diyebilmiş, sonuç olarak büyük bir felaketi önlemiştir. (Sarıgöz, s. 8 )

Çanakkale Savaşında Türk tarafının komutanlığını yapan Osmanlı Beşinci Ordu Komutanı Mareşal Liman Von Sanders savaş sonunda şöyle demiştir: “Bir asker için mutluluk denen bir şey varsa, Türklerle omuz omuza savaşmaktır diyebilirim. Fakir insanlardı; buğday kırığından yapılmış çorba en önemli yemekleriydi; sağlıksız su içerlerdi; çamur barınaklarda yatarlardı; fakat en modern silah ve araçlarla donanmış düşmanlarına karşı aslanlar gibi savaşırlardı… Bu insanların kalplerinde sadece ve sadece ulvi bir vatan sevgisi vardır. Ölüme onlar kadar gülümseyerek giden bir millet ferdi daha görmedim.”

3.İtilaf Devletlerinin Savaş Hukuku ve İnsan Hakları İhlalleri:

Osmanlı Devleti’nin Atina Sefareti 21 Haziran 1915 tarihli telgraf ile İtilaf devletlerinin içinde zehirli gazların bulunduğu mermiler kullandığı istihbaratını Hariciye Nezareti’ne bildirmiştir. İtilaf devletlerinin yaz aylarından itibaren zehirli gaz yayan bombaları kullanmaya devam ettikleri birçok belgeden de anlaşılmaktadır. Zehirli gazların sıklıkla kullanılması ve istihbaratların devamlı bu yönde gelmesi Başkumandanlık Vekaleti’ni de harekete geçirmiş Hariciye Nezareti’ne gönderdiği yazı ile İngiltere ve Fransa’nın bölgedeki bitaraf ve dost devletler nazarında vakit kaybedilmeden protesto edilmesi istenmiştir. (Erdemir, s.1) (BOA, HR. SYS, 2110/8, BOA, HR. MA, 1143/102 )

Gazeteler bu konu ile ilgili yazı ve haberlerinde Avrupa medeniyetinin insani yönünü sorgulamaya başlamıştır. Bununla birlikte Hilal-i Ahmer Cemiyeti (Kızılay) zehirli gazların cephede kullanılmasından önce bu olasılığı düşünmüş, cephede zehirli gaz kullanıldığı haberleri üzerine cemiyet hanımları önceden Avrupa gazetelerinden yaptıkları araştırmalar ile askerin bu tip gazlardan korunması için ağızlık ve burunluk (gaz maskesi) imal etmeye başlamıştır. Cemiyet, bütün masraflarını kendisi karşılamak üzere 40.000 adet ağızlık yapmış, ilk önce deniz askerlerine daha sonra da kara askerlerine göndermiştir.

Anzakların da endişe içinde olduğu, hatta zaman zaman kendi mahalli basınlarında Türklerin zehirli gaz kullandığına dair haberlerin bile çıktığı belirtilmiştir. Wellington’da neşredilen Otago Times Gazetesi’nin 1 Kasım 1915 tarihli sayısında “Savaşçı Olarak Türk” başlığında şu haberi nakletmektedir:

“Hastaneye ateş edilmiyor, zehirli gaz kullanılmıyor. Triumph Zırhlısı isabet alıp batmaya başlayınca tekrar ateş edilmiyor. Türk ikili oynamıyor. Bunun aksini iddia edenler Gelibolu’ya değil, en çok Mısır’a kadar gelenlerdir.”

Alan Moorhead ise Türklerin muhtemel bir zehirli gaz kullanma olayına karşı Anzakların, kendilerine dağıtılan gaz maskelerini kullanmayı ret ettiklerini zira onlara göre Türklerin zehirli gaz kullanmayacaklarını, çünkü dürüst savaşçılar olduğunu ifade ettiklerini belirtmiştir. (Erdemir, s.1)

Savaş hukukunu hiçe sayarak kullandıkları, vücuda girdiği yerde patlayan normal mermilerden kat kat daha fazla zarar veren domdom kurşunları da İtilaf devletlerinin sicillerine yazılacak ihlallerindendir.

Hamdullah Suphi zehirli gaz ve domdom kurşunu kullanılmasını şöyle anlatmıştır:

“Düşmanlarımızın attığı kurşunlar infilak edebilecek bir surette yapıldığı için küçük bir delikten içeriye giriyor, fakat kemiklerde, azalarda müthiş tahriplere sebep oluyor. Bazen bir domdom kurşunuyla bir kemik yetmiş beş, seksen, doksan parçaya ayrılıyor. Karşımızdaki eski ve medeni milletler muharebe ettikleri vakit askeri, saflardan çıkarmakla iktifa etmek mecburiyetindedirler.

Bir Afrika vahşisi, bir Polonezya haydudu olmaksızın böyle dağıtıcı kurşunlar kullanmaya ve tayyarelerin attıkları bombaları zehirlemeye cevaz yoktur. Onlar attıkları bombaların esasen haiz olduğu paralamak ve öldürmek kuvvetiyle iktifa etmiyorlar. Bombaların demirlerini zehirliyorlar. ”Başkomutanlık Vekaleti’nden Enver Paşa imzasıyla, Hariciye Nezareti’ne yazılan 6 Eylül 1915 tarihli belge ile durumun Amerikan Sefareti vasıtasıyla protesto edilmesi istenmiştir.

“Çanakkale cephe-i harbinde düşmanlarımızın isti’mal etmekte oldukları domdom kurşunlarından iki adedi mazrufen takdim olunmuştur. İşbu kurşunların Amerika Sefareti’ne aynen iade suretiyle protesto edilmesi ve bi’l-cümle sefaretlere keyfiyet, ta’mim edilerek mahalli gazetelere düşmanlarımızın hukuk-u harbe ve kava’id-i insaniyeye ne derece riayetkar olduklarına dair neşr ve beyanatda bulunmalarını ve netice-i teşebbüsat-ı fahimanelerinin bildirilmesini istirham eylerim. Ol babda emr u ferman hazret-i veliyyü’l-emrindir.”

Hariciye Nezareti cevabi yazıda, kurşunların zarf ile birlikte özel bir memur ile Amerikan sefirine gönderildiği, sefirin kurşunları inceledikten sonra lazım gelenlerin yapılacağını söylediğini naklettikten sonra, bu kurşunların fotoğraflarının da bir an önce gönderilmesi istenmiştir. Bunun üzerine Başkomutanlık Vekaleti, 27 Eylül 1915 tarihinde İtilaf devletlerinin kullandıkları domdom kurşunlarını gösteren 45 adet fotoğrafın tarafsız devletler ve Amerika Sefareti ’ne neşredilmek üzere verilmesini istemiştir.(Erdemir s.1)

Gelibolu’da Müttefikler tarafından esir alınan Osmanlı askerlerine insanlık dışı muamelede bulunulduğu bildirilmiştir. (BOA, HR. SYS, 2189/1)

Domdom kurşunu erlerin en çok çekindiği durumdu. Bir gazi hatıratındaki “Çanakkale’de sebat kurşununun bize karşı hiç tesiri yok idi, ancak kalbe isabet etmedikçe. Bize karşı düşman yüzde seksen domdom kurşunu atardı. Domdom kurşunu dokunduğu yerde patlar ve parça parça yapar idi. İşte bu domdom kurşunundan çok telef verdik.” ifadeleri ile bu durumu açıkça belirtmektedir. “Bu kurşunların sesi çocukların şenliklerde yere attıklarında garip ses çıkaran fişeklere benzemektedir. Bu ses bile askerde bir ürperme meydana getirmek için yetmektedir.” (Erdemir s.1)

İngilizlerin savaşta suistimal ettikleri diğer unsur ise, kızılhaç işaretleri olmuştur. Bu konu ile ilgili Karargah-ı Umumi İstihbarat Şubesi’nden, ilgili yerlere birçok yazı yazılmış, Hariciye Nezareti vasıtası ile de ilgili devletlerin bu harp ihlaline son vermeleri istenmiştir. Belgelerden bu ihlalin şu şekillerde yapıldığı anlaşılmaktadır. Genelde bir seyyar hastane veya bir hastane gemisinin ardından top ateşi yapılması ya da seyyar hastaneler yanında askerlere süngü ve muharebe talimi yapılmak sureti ile oluyordu. Ayrıca Kızılhaç işareti taşıyan arabalarla cephe hattına doğru malzeme nakli de yapılıyordu. Daha da ileri giderek muhtemel çıkarma yapılacak bölgelerde Kızılhaç bayrakları sallandırılmış, böylece Osmanlı güçleri yanıltılmak istenmiştir. Aşağıdaki belge bu ihlalleri göstermesi bakımından önemlidir:

“…İngilizler el-an salib-i ahmer (Kızılhaç) işaretlerini suistimal etmekde devam ediyorlar. Anafartalar’da Mestantepe civarında seyyar hastahanelerinin hemen yakınında askerlerine süngü ve muharebe talimi yaptırıyorlar. Birkaç günden beri bu mıntıkada şayan-ı ehemmiyet bir muharebe olmadığı halde hasta arabaları hatt-ı harbe doğru ve mütemadiyen nakliyat yapmakdadır. Müte’addid hastahane gemilerine malik oldukları halde bütün Kemikli Sahili’nin muhtelif mahallerinde en ziyade asker ihracına müsait mevkilerde birçok Salib-i Ahmer bayrakları sallanıyor.”

En çok suistimal ise, hastane gemileri ile olmuştur. Donanma gemileri bir hastane gemisinin ardından top ateşinde bulunmaktan çekinmemişlerdir. Diğer taraftan Alman denizaltılarının Majestick, Trumph zırhlılarının yanında bazı nakliye gemilerini batırması üzerine mühimmat ve asker naklini hastane gemileri ile yapmaya başlamışlardı. (Erdemir, s.1)

Yine, Çanakkale Savaşında görev alan bir onbaşı olan Koca Seyit’in insanüstü bir gayretle kaldırdığı tam 270 kiloluk top mermisi ve savaşın değişen kaderi bilinir. Ama attığı tek bir mermi ile bir düşman denizaltısını esir alan başka bir onbaşımız pek bilinmez. Bu onbaşımızın adı Müstecip’tir. Gelibolu, Dünya harp tarihinde atılan tek bir mermi ile koca bir denizaltının esir alındığı tek yerdir. Çanakkale Savaşı sırasında; Çanakkale Boğazından Marmara Denizine girmeyi başarmış olan bir Fransız denizaltısı, Marmara’dan geriye dönerken sahildeki bir topçu bataryamız tarafından görülmüş ve bataryada görevli Onb. Müstecip tarafından atılan tek bir mermi ile periskobundan vurularak teslim alınmış ve adı Müstecip olarak değiştirilmek suretiyle Türk donanmasına katılmıştır. Bu denizaltının adı ise çok manidar bir şekilde Turquois (Turkuaz)’tir. (Sarıgöz, s.12)

İngilizlerin balonlar yardımıyla Maydos kasabasında Hilâl-i Ahmer (Kızılay) bayrağı çekmiş bir hastaneyi bombalayarak yaralıların şehit olmasına sebep olmuştur. Bu olaydan sonra,  hastane gemileri veya hastanelerin tekrar bombalanması durumunda Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan sivil veya asker İngiliz esirlerini kullanarak şiddetli bir şekilde karşılık vereceği bildirilmiştir.

Amerika Büyükelçisi Morgenthau’nun, İstanbul’daki İngiliz ve Fransız vatandaşların Gelibolu’ya yerleştirilecekleri yolunda Osmanlı Devleti’nin almış olduğu kararın uluslararası hukuka aykırı olduğunu bildirmesi üzerine Osmanlı Kara ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Enver Paşa’nın da, İngilizlerin savaşta uluslararası hukuk kurallarına aykırı olarak savas bölgesi dışında bulunan Gelibolu şehrini ve Hilâl-i Ahmer bayrağı taşıyan hastane gemileri ile sağlık birliklerine ateş açıp Ezine, Havuzlar ve Halil paşa Çiftliği’ndeki hastaneleri bombaladıkları, ölülerin defnedilmesiyle ilgili işlemleri görüşmek üzere gönderilen Osmanlı delegesini alıkoydukları, hastane gemilerini askeri amaçla kullandıkları, Mudanya ve Tekfur Dağı’ndaki yolcu gemilerine denizaltıları aracılığıyla Saldırdıklarını ifade ederek misliyle mukabelede bulunmak zorunda kaldıklarını bildirmiştir….. (BOA, HR. SYS, 2412/11)

Çanakkale Savaşlarında Akbaş Limanı, yaralı mehmetciklerimizin İstanbul’a taşınmasında kullanılıyordu. Halep adlı gemi buradan yaralıları almış tam ayrılacakken düşmanlar tarafından bombalanmıştır. Bu saldırıda ölen 200 civarındaki yaralı askerimiz işte bu limanın karsısındaki Akbaş Şehitliğine, kanlı elbiseleri ile defnedilmişlerdir.(Uğurluel, s.78)

Bu konuda müttefik denizaltılarının her çeşit medeni ve insani hakları çiğneyerek Mudanya ve Tekfur Dağı’ndaki yolcu gemilerine saldırdığı bildirilmiştir. (BOA, HR. SYS, 2099/5).

İtilaf devletlerinin uçaklarla çivi atması da basında ve hatıralarda sıkça olmasa da şikayet edilen suistimal konularının başında gelmektedir. Bunlar dışında İtilaf askerleri savaş hukukunun gereği kızılhaç işaretinde olduğu gibi diğer bazı sembolleri kullanmaktan çekinmemiştir. Siperden ezan okuyarak Türk tarafını aldatma teşebbüsünün yanında, ceplerindeki beyaz bayrakları çıkarıp telsim olacakları intibaını verdikten sonra Türk askerine ateş açmaktan çekinmemişlerdir. (Erdemir, s.1)

Yukarıda anlatılanların aksine, batırılan E-15 isimli İngiliz denizaltısının mürettebatından olup yaralı olarak esir edilen Thomas O’Niell’e İngiltere’deki anne ve babası tarafından yazılan mektupta, hastanede kendisine iyi davranılmasından dolayı Türk subay ve hastabakıcılarına teşekkür edildiği öğrenilmiştir. (BOA, HR. MA, 1136/5)

İngilizler; bu nasıl bir medeniyetse, Çanakkale Savaşı sırasında kendilerine esir düşen 100 kadar Türk askeri ile 2 Alman askerini, esir tutuldukları barakanın üzerine benzin döküp tutuşturmak suretiyle, 08 Ağustos 1915 tarihinde diri diri yakmışlardır.

Anzak Tümeni içerisinde bir savaş muhabiri olan Charles Edwin Woodrow Bean’in günlüğünden edinilen bilgilere göre, bu yakılma olayı şöyle anlatılmıştır: “Tarih 8 Ağustos 1915. Bugün Pazar. Bu topraklara ayak basalı 15 hafta oldu. Bugün hayatımda gördüğüm en alçakça davranışlardan birine şahit oldum. Sığınağımın hemen karşısında 100 kadar Türk ile 2 Alman esirin barındığı tutukevinin çevresine benzin döküp tutuşturuldu. Türklere çok yakın gelen dev alevler karşısında zavallı esirler tutukevinin en uç köşesine üşüştüler ama acı akıbetten kurtulamadılar. Oysa bildiğimiz kadarıyla Türkler esir düşen asker ve subaylarımıza olağanüstü iyi davranıyorlar.” Avustralyalı gazeteci Bean Çanakkale Muharebeleri sırasında cephede gazetecilik yapan tek özel muhabirdir ve şahit olduğu bu olay yıllarca dünya kamuoyundan saklanmıştır. Bean’in yazdıklarından bu yakma olayının tek olay olmadığı da anlaşılmıştır. Çünkü günlüğünde konunun devamını anlatırken “Aynı iş dün de yapılmıştı” yazmıştır. (Sarıgöz, s. 9)

İhlallerden biri de sadece Türklere karşı kullanılmış “Türk Kurşunları” dır. Bu kurşunlar, özellikle çekirdek uçları törpülenerek veya kesilerek kütleştirilmiş kurşunlardır. Bu kurşun insan vücuduna girdiği zaman, ucu küt olduğu için adeta bir çiçek gibi açılmakta ve tedavisi mümkün olmayan birçok parçalı kırıklara ve vücutta çok ağır hasarlara neden olmaktadır.

SONUÇ:

Çanakkale Savaşı, küçük bir alanda yapılması, hem karada hem de denizde yapılması katılan asker sayısı, zayiatlar ve yarattığı sonuçlar göz önüne alındığında Dünyanın en önemli savaşlarından birisi hatta en önemlisi olmuştur. Türkün gücünü Dünyaya tekrar göstermiş, en zor şartlarda bile savaşın nasıl kazanılacağını tüm dünyaya öğretmiştir. Çalışmamızda Çanakkale Savaşının farklı yönleri ortaya konmaya çalışılmıştır. Savaşın sonuçları:

  1. Çanakkale Savaşı Türk Milletine bir “Mustafa Kemal” kazandırmıştır.
  2. Çanakkale Savaşı yeni bir millet olabilmenin ulusal bilincini ortaya çıkarmıştır.
  3. Millet olma bilincinin tıpkı 11.Kasım.1914 tarihinde ilan edilen “Cihad-ı Ekber” den öte bir değer taşıdığı gerçeğini gözler önüne sermiştir. Çünkü bu savaşta düşman güçleri arasında çok miktarda Asyalı ve Afrikalı Müslüman asker savaşmıştır. Hatta karşılıklı ölen bu askerlerin birçoğunun üzerlerinde Kuran-ı Kerim’e rastlanmıştır. (Bu Kuran-ı Kerim’ler, halen Çanakkale, Conkbayırı Şehitler Abidesi’nin altındaki müzede bulunuyor.)
  4. Bu savaşın ve ürettiği sonuçların bilincinde olan özellikle İngiliz güçleri Ulusal Kurtuluş Savaşı içinde doğrudan rol almaktan kaçınmışlardır. Özet olarak Çanakkale savaşları; Türklüğün bir millet olma bilinci ile ön plana çıktığı, şeref ve namusunun kurtarıldığı, ulusal benliğine kavuştuğu, Türkün yalnız kendine güvenmesi gerektiği gerçeğine ermesi bakımından bugünkü güzel Türkiye’mizin ortaya çıkması bakımından acı ve kanla yazılmış bir destan olarak tarihimizdeki şanlı yerini almıştır.
  5. Kurdukları planlarla 2 gün içerisinde İstanbul’u işgal etmeyi amaçlayan İtilaf Devletleri Kuvvetleri amaçlarına ulaşamamışlardır.

6.Kendilerine “yenilmez armada” diyen dünyanın en büyük deniz gücü hayatının en büyük yenilgisini tatmıştır.

  1. Yaklaşık 2 yüzyıldır dünyayı haraca kesen sömürgeci güçlerinde yenilebileceği tüm dünya tarafından görülmüştür.
  2. Bu savaş, uzun yıllardır sömürgeci devletlerin baskısı altında yaşayan halklara özgürlük ve kurtuluş ümidi vermiştir.
  3. Özellikle Hintli ve Senegalli Müslümanlar, Osmanlı’nın bu büyük zaferi ile bayram yapmışlar, ileride kendi kurtuluşları için bu zaferden güç almışlardır.
  4. Osmanlı Devleti, Balkan Savaşı yenilgisi ile ciddi şekilde sarsılan imajını bu zafer ile düzeltmiştir.
  5. Çanakkale Savaşı sonrasında yapılacak mücadeleler için Osmanlı askerleri büyük bir moral sahibi olmuşlardır. Ordumuz bağımsızlık mücadelesini, Kurtuluş savaşı sonuna kadar şerefle sürdürecektir.
  6. Çanakkale Savaşında kendini yeni yeni göstermeye başlayan, adeta gelecek zorlu mücadeleler için hazırlanan ve ileride milletimizin kurtuluş harekatını örgütleyecek olan genç Osmanlı Kumandanları bu çarpışmalar esnasında sivrilmişlerdir. (Mustafa Kemal, Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy)
  7. Düşman kuvvetlerinin üstün teknik altyapısı ve askeri gücüne rağmen hemen hiçbir ilerleme kaydedememesi ile Mehmetçiğin vatanı ve dini adına nelere katlanabileceği dünya tarafından görülmüştür.
  8. Osmanlı’ya karşı savaşarak boğazları ele geçirmek isteyen İngiltere ve Fransa’nın, bir yıl boyunca Gelibolu Yarımadası’nda yarım milyondan fazla büyük bir kuvveti tutmak zorunda kalmaları ve bunun % 50’sini kaybetmiş bulunmaları, haliyle diğer cephelere kuvvet ayırabilme açısından savaşın genel seyrini etkilemiştir.
  9. Bu cephe için Osmanlı Ordusunun cepheye ayırdığı 300.000’den fazla askerden verdiği zayiatın, 211.000’e ulaşmış olması diğer cephelerdekinden kıyaslanamayacak bir fazlalık göstermektedir. Bunun insan gücü açısından yarattığı boşluk, yalnız Birinci Dünya Harbi sırasında değil, onu izleyen Türk İstiklal Harbi boyunca ve Cumhuriyet kurulunca da hissedilmiştir.
  10. İtilaf Kuvvetlerinden yardım bekleyen Çarlık Rusya’sı kaybedilen Çanakkale Savaşı sonrasında yardım alamaması nedeniyle Bolşevik isyanlarıyla baş başa kalmış ve bir süre sonra çıkan ihtilal ile de Çarlık Rusya’sı devrilmiştir. Bu daha sonra da bizim işimize yaramış ve Ruslar İstiklal savaşımızı desteklemiştir.
  11. Osmanlı Devleti’nin kazandığı bu zafer ile Bulgaristan İttifak Devletleri yanında savaşa girerken, Yunanistan, Romanya vb. Balkan Devletleri bir süre daha tarafsızlıklarını korumuşlardır.
  12. Çok kısa bir süre içinde bitecek olan I. Dünya Savaşı yaklaşık 2,5 yıl daha uzamıştır.
  13. Savaşın sonlarına doğru Osmanlı Devleti’ne isyan edecek olan azınlıkların bu haince tavırları bir yıl gecikmiştir.
  14. İngilizlerin Çanakkale Savaşında kullandıkları Avusturalya ve Yeni Zelanda kuvvetleri, bu harekat esnasında niçin buraya geldiklerine dair sorularla, sömürge durumlarını yeniden gözden geçirme ve bağımsızlık hareketlerine katılma fırsatı bulmuşlardır. Bu devletlerde ayrı bir devlet olma bilinci burada oluşmuştur.
  15. Avusturalya ve Yenizelanda’nın ilk kez dünya platformuna çıkmaları bu savaş ile olmuştur. Bugün bile Çanakkale Savaşı’nı tarihlerindeki en önemli olay olarak anlatmaktadırlar.
  16. Hayatlarında ilk kez Osmanlı ile karşılaşan Avusturalya ve Yeni Zelanda kuvvetleri, savaşta bile insanlık gördükleri bu milleti çok sevecek ve yıllar sonra ülkelerine Türkiye’den işçi almak söz konusu olduğunda bunu seve seve kabul edeceklerdir.
  17. Yahudilerin 2 bin yıl sonra Çanakkale’ye Osmanlı aleyhinde gönderdikleri birlikler sayesinde İngilizlere yaranmaya çalışmaları meyvelerini vermiş, 1917 de yayınlanan Balfour Bildirisi sonrasında bu bölgede bağımsız İsrail devletinin temelleri atılmıştır. Çanakkale savaşı ile tarihte ilk defa Yahudi ve Hristiyan kuvvetleri müttefik olarak aynı cephede savaşa katılmıştır.
  18. “Toprakları üzerinde güneş batmayan ülke” olarak adlandırılan İngiltere’nin imparatorluk temellerine indirilen ilk büyük darbe Çanakkale Savaşı olmuştur.
  19. Çarlık Rusya’sının yıkılması sonrasında kurulan Sovyet Rusya’nın yayılma politikası ile başta Çin olmak üzere birçok devlet bu yeni gücün etkisine girmişlerdir.
  20. İngiltere siyasetinin en etkili adamlarından biri olan Churchill, yaklaşık 15 yıl siyasi hayattan uzaklaştırılmıştır.
  21. Mehmetçik ve onunla aynı ruh kuvvetine sahip olanları açık cephe savaşlarında yenmenin mümkün olmadığı anlaşılmış, bundan sonra yapılacak herhangi bir mücadelede, gizli ve sinsi planlar uygulanmaya başlanmıştır.

 

Kaynakça:

ALBAYRAK Muzaffer, 10 Ağustos 1915 Conkbayırı Süngü Hücumu, Ankara 2016

BARDAKÇI Murat, Yıkılış ve Kuruluş, İstanbul 2017

ÇİÇEK Ali, Trafalgar Deniz Muharebesi’nin Napolyon Savaşları’ndaki Yeri ve Avrupa Siyasetinde Bıraktığı İzler, 2011

https://alicicek.files.wordpress.com/2011/06/trafalgar-deniz-muharebesi_nin-napolyon-savac59flarc4b1_ndaki-yeri-ve-avrupa-siyasetinde-bc4b1raktc4b1c49fc4b1-izler_vindobona.pdf

ENGİNSOY Cemal, İngiliz Kaynaklarına göre Atatürk, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 19, Ankara Kasım 1990

ERDEMİR Lokman, İtilaf Devletlerinin Suistimalleri, Dur Yolcu, 30 Ocak 2015,

İtilaf devletlerinin suistimalleri

HATİP s. Murad, Birinci Dünya Harbi Çanakkale Savaşları’na Genel Bakış ve Az Bilinenler, Çanakkale Savaşı Denizde mi Kazanıldı?, Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı

Yıl: 13, Bahar 2015, Sayı: 18, ss. 161-193, 100.Yıl,

http://dergipark.gov.tr/download/article-file/45159

MEHMET NİYAZİ, Çanakkale Mahşeri, İstanbul 2013

ÖZAKMAN Turgut, Diriliş Çanakkale 1915, İstanbul 2006

SARIGÖZ, Hasip, 101.Yılında Çanakkale Savaşının Bilinmeyenleri, https://www.academia.edu/24814071/101_%C4%B0NC%C4%B0_YILINDA_%C3%87ANAKKALE_SAVA%C5%9EI_NIN_B%C4%B0L%C4%B0NMEYENLER%C4%B0

SAYILIR Burhan, Çanakkale Savaşları Sırasında Casusluk Olayları ve Türklerin Aldıkları Tedbirler, Askerî Tarih Araştırmaları Dergisi Sayı 8 Ağustos 2006 Yıl 4

SOYSAL İsmail,  III. TÜRK-FRANSIZ İLİŞKİLERİ, TDV İslam Ansiklopedisi, c13,  http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c13/c130096.pdf

UĞURLUEL Talha, Varlık ve Yokluk Savaşımız Çanakkale ve Gezi Rehberi, İstanbul, 2006

Osmanlı Arşiv Belgeleri

BOA, HR. SYS, 2110/8

BOA, Đ. HB, 1333. Ra/3

BOA, HR. MA, 1140/88

BOA, HR. SYS, 2322/43

BOA, HR. MA, 1118/4

BOA, HR. MA, 1118/11

BOA, HR. SYS, 2412/11

BOA, HR. SYS, 2099/5

BOA, HR. MA, 1136/5

BOA, HR. SYS, 2322/49

 

İnternet Adresleri:

DUR YOLCU, Çanakkale Süvarileri, 30 Ocak 2015, http://duryolcu.com/canakkale-suvarileri/

ÇANAKKALE BİLİNMEYENLER, http://www.canakkale.gen.tr/bilinmeyenler/b5.html

ULUĞ Fehmi Korkut, Ölümden Önce Son Fotoğraf (Geyikli Alay), https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=1069842463038495&id=161697903852960

 

Dr. Burhanettin Şenli

Please follow and like us:

Categories:

No responses yet

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Aralık 2024
P S Ç P C C P
 1
2345678
9101112131415
16171819202122
23242526272829
3031